Şu üç soruyu önemsiyorum. Bu sorular Tolstoy'un "İnsan Neyle Yaşar?" başlıklı hikâyesinde soruluyor. Bu sorulardan birincisi: İnsanın özünde, mayasında, hamurunda -artık adına her ne diyorsanız- var olan şey nedir? İnsanın bir fıtrat üzerine bu dünyaya gözlerini açtığına inanıyorum. Bu fıtratı muhafaza edecek olan da onu yitirecek olan da yine insanın kendisidir. Peki fıtrat dediğimiz şey nedir? Fıtrat kelimesi anlam itibariyle "ilk yaratılış" manası taşımaktadır. Varlık ilk defa ortaya çıktığında, vücut kazanıp bu dünyaya ulaştığında mükemmel haldedir. Onun bu mükemmelliği zaman içerisinde bu dünyanın çukurlarına bata çıka bozulmaya başlar. En nihayet çok çeşitli kusur ve eksikliklerle dolu bir hâle dönüşür. İkinci soru: İnsana verilmeyen şey nedir? Bu soru üzerine daha çok düşündüm. İnsanın yoksun kaldığı şeyler bazen insana verilmiş bir nimet olarak karşısına çıkabiliyor. Bu durumda insanların sahip oldukları, sahip olamadıkları, beraberinde getirdikleri veya beraberinde götürdükleri onun neyle yaşadığını göstermekte. Beraber olduklarımız, beraberlik kurduğumuz her ne varsa, bizi bir noktaya taşıyor. Sonunda bütün yolların çıktığı iki nokta var. Pişmanlık ve şükür. İşte üçüncü soru ve cevabı: İnsan neyle yaşar? Bence insanı yaşatan şeyin adı şükürdür.
Lev Tolstoy etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Lev Tolstoy etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
20 Şubat 2024
27 Temmuz 2015
Sular Yükselmeden Toprağı Anlamalıyım
Fyodor Dostoyevski'nin Ecinniler'de "Kendini feda etmekte bulduğu mutluluğu başka hiç bir yerde bulamaz insan." cümlesini kurarken nasıl bir ürperiş yaşadıysa, ağzından köpükler çıkararak kendini duvardan duvara vuran bir canlının nihayet hayat iksirine kavuşması gibi gözleri nasıl ışıldadıysa ve ruhunu sonsuz bir düzlüğe bıraktıysa, bu cümleden hareketle bir şeylerin keşfini yaşıyor olduğumu düşündüm. Dostoyevski'nin varoluşçuluk meselesine nihilist bir pencereden yaklaşması ve buna bir eleştiri getirmesi, hürriyet - mutluluk - benlik gibi ana kavramlar etrafında bir yolculuğa çıkmamı sağladı. Üzerinde kafa yorduğum ve anlamlandırmaya çalıştığım bu cümle eksikti. İnsan kendini feda etmeli, niçin feda etmeli, aradığı mutluluğu bulmak için, kime feda etmeli?
Bugün ikindi namazını müteakiben bir dostumla ve kıymetli bir büyüğümle buluştum. Sohbetimiz derinleşti, konu konuyu açtı, nihayet hür olmak, hürriyet sahibi olmak meselesine geldi. Üçüncü çay servisini alırken masamızda şu cümleler kuruldu: "Müslüman hür değildir. Özgür değildir. Senin bir arkadaşın, bir dostun, bir yakının, herhangi bir sıkıntıya düşmüş olsa ve senin kapını çalsa, onun derdini sıkıntısını çözebilecek olanağa sahip olsan, o kapına gelen insanı geri çevirme gibi bir seçeneğin yoktur. Çünkü sen hür değilsin. Ona yardımcı olmak zorundasın. İman etmiş olmak, İslam'a teslimiyet göstermek bunu gerektirir." Sohbetin seyri biraz daha koyulaştı. Havanın bunaltıcılığını hafifleten ve ruh iklimime serinlik katan daha bir çok noktayı yakalama fırsatım olmuştu.