Ankara... Beyaz yakalıların, diplomatların, sabah sekiz akşam beş yaşayanların şehri. Hava soğuk. İki hafta önce yağan kar hala yollarda. Duyduğuma göre üç ayrı dünya varmış bu şehirde. Ben devletim diyenlerin dünyası, ben halkım diyenlerin dünyası ve devlet ile halk arasında kendini konumlandıramayanların dünyası. Peki Harun Ankara'nın hangi dünyasından? Harun, ben devletim diyenleri sevmiyor. Hatta nefret ediyor diyebilirim. Harun, ben halkım diyenleri de sevmiyor, çünkü ben halkıım diyenler Harun'u anlamıyor. Harun, bu durumda, devlet ile halk arasında kendini konumlandıramayanların dünyasından. Harun kim mi? İşte, orada. Sırt çantasıyla sokağın köşesinden bana doğru yaklaşan genç adam. Adımlarını hızlı atıyor, ama temkinli. Ayakkabılarını yine bağlamamış. Bir gün ayakkabı bağcıklarına basıp düşecek! Bir şeyden kaçar gibi bir hali var.
Eyüp: Dostum, ne bu acele, kimden kaçıyorsun?
Harun: Kardeşim, kimseden kaçmıyorum, otobüsüm saat on ikide. Geç kaldım.
Eyüp: Yüzüne ne oldu?
Harun: Dostum, beyaz yakalılar sakallarımı doğradı!