BU ŞEHRİN GECELERİ
Eyüp AKTUĞ
Paltosunu giyindi. Kapıya yöneldi. Zihninde tarif edemediği bir ağırlıkla, attığı her adımda bir yeri sancıyormuş gibi gıcırdayan merdivenlerden usul usul indi. Sokak kapısından kendisini dışarı bıraktı. Aylardan Şubattı ve dışarıda lapa lapa kar yağıyordu. Biraz sonra dik bir yokuşu inmesi gerekecekti. Yokuşu inerken adımlarını küçük küçük atıyor, kayıp düşmemek için oldukça temkinli davranıyordu. Ayağına geçirdiği bir kenarı yırtık eski kırmızı pabucu bu yürüyüşü iyice zorlaştırmıştı.
Akrep ile yelkovan on iki üzerinde buluşmak üzereydi. Vakit çoktan gece yarısı olmuştu. Ayın o sütbeyaz ışığını yeryüzüne taşıyan kar taneleri seyrine doyumsuz bir görüntü oluşturmuştu. Ne var ki, O, bu görüntünün farkına varamayacak kadar dalgındı. Başı önde, elleri cebinde, kayıp düşmemek ve yere kapaklanmamak için olanca gayretiyle yokuşu bitirmeye çalışıyor bazen düşecek gibi olup yeniden dengesini sağlamak için ellerini cebinden çıkarıyor, tıpkı sirklerde ip üzerinde yürüyen cambazların denge çubuğunu bir o yana bir bu yana tutuşu gibi sağa sola yalpalıyordu. Nihayet, düşmeden, bir tarafını incitmeden yokuşu bitirdi. Sadece yürüyordu.