Hikaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hikaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Haziran 2021

Bu Şehrin Geceleri


BU ŞEHRİN GECELERİ

Eyüp AKTUĞ


Paltosunu giyindi. Kapıya yöneldi. Zihninde tarif edemediği bir ağırlıkla, attığı her adımda bir yeri sancıyormuş gibi gıcırdayan merdivenlerden usul usul indi. Sokak kapısından kendisini dışarı bıraktı. Aylardan Şubattı ve dışarıda lapa lapa kar yağıyordu. Biraz sonra dik bir yokuşu inmesi gerekecekti. Yokuşu inerken adımlarını küçük küçük atıyor, kayıp düşmemek için oldukça temkinli davranıyordu. Ayağına geçirdiği bir kenarı yırtık eski kırmızı pabucu bu yürüyüşü iyice zorlaştırmıştı.

Akrep ile yelkovan on iki üzerinde buluşmak üzereydi. Vakit çoktan gece yarısı olmuştu.  Ayın o sütbeyaz ışığını yeryüzüne taşıyan kar taneleri seyrine doyumsuz bir görüntü oluşturmuştu. Ne var ki, O, bu görüntünün farkına varamayacak kadar dalgındı. Başı önde, elleri cebinde, kayıp düşmemek ve yere kapaklanmamak için olanca gayretiyle yokuşu bitirmeye çalışıyor bazen düşecek gibi olup yeniden dengesini sağlamak için ellerini cebinden çıkarıyor, tıpkı sirklerde ip üzerinde yürüyen cambazların denge çubuğunu bir o yana bir bu yana tutuşu gibi sağa sola yalpalıyordu. Nihayet, düşmeden, bir tarafını incitmeden yokuşu bitirdi. Sadece yürüyordu. 

30 Nisan 2015

Akşam Oldu Anne

Akşam Oldu Anne
Eyüp Aktuğ

- Dinçeeer, oğlum yemek hazır, nerdesin?
- Geliyorum anneee.

Kapattı pencereyi. Dışarıda oradan oraya koşturan oyun arkadaşlarını izliyordu, yaklaşık bir saattir. Şu top sektiren Ahmet, onun hemen yanında Ahmet'in top sektirmesini sayan Mustafa... Sanırım yarış yapıyorlar. Bir de şu duvarın önünde bebeğinin saçlarını tarayan Ayşe var. Meliha Teyze'nin sandalyesini güneşin altına koyuşu, bankada veznedarlık yapan Necla Hanım'ın yorgun adımlarla evine dönüşü, henüz liseye yeni adım atmış Yasin'in kravatını şimdiden yarıya kadar düşürmesi...


- Anne tuzu verir misin?
- Çok tuzlu yiyorsun oğlum.

Susamlı ekmeği çok sever. Simiti sevdiği gibi. Avuç içi büyüklüğündeki ekmeğini çorbanın içine daldırırken, aklında aynı soru tekrar edip duruyordu. Dışarı ne zaman çıkabileceğim? Sıkılmıştı evden. Oysa babası Fikri Bey, Ömer Seyfettin'den bir seri hikaye kitabı getirmişti onu bu sıkıntıdan kurtarmak için. Neredeyse her kitabı iki defa okumuştu. Artık kitaplar da sıkıntısını gidermiyordu. Bütün gün pencereden dışarıyı izlemekle vakit geçer miydi?

- On üç tane araba geçti anne.
- Ne arabası oğlum?
- On üç tane, bugün sokağımızdan on üç tane araba geçti.

Can sıkıntısı işte. Bir çocuk sokaktan geçen arabaları sayacak kadar sıkılmışsa, problem başlamış demektir. TRT İstanbul Radyosu'nda Mozart'ın 40. Senfoni'sinin icra edileceği yazıyor gazetenin üzerinde. Altında küçük bir pasaj var: "Batı Klasik Musikisinin büyük bestekârlarından Amadeus Mozart'ın eşsiz eseri 40. Senfoni bu akşam 19:30'da TRT İstanbul Radyosu marifetiyle siz değerli dinleyicilerimize ulaştırılacaktır."

- Karnım doydu anne.
- Çok şükür Allah'ım de bakalım.
- Çok şükür Allah'ım.

Kimse kalmamış sokakta. Akşam ezanı okunuyor. Acaba yarışı Ahmet mi kazandı yoksa Mustafa mı? Yasin'in penceresinden Orhan Gencebay'ın şarkıları duyuluyor. Necla Hanım'da yüksek ihtimal yüzündeki boyaları temizliyordur. Meliha Teyze mi? O malum zaten, rahmetlik eşinin fotoğrafındadır gözleri şimdi. Gözleri dolmuştur belki de. Yazmasını düzeltiyordur fotoğrafı öpmeden önce.

- Oğlum, kapat pencereyi. Ev soğuyor.
- Akşam oldu anne.

23 Ocak 2015

Siz Gülümseyin

kadın: vesikalık fotoğraf çektireceğim. 
fotoğrafçı: artistik mi olsun?
kadın: yok, resmi evrak için.
fotoğrafçı: şuraya oturun hanımefendi.
kadın: işim acele yalnız.
fotoğrafçı: tabi efendim, siz gülümseyin.
kadın: ...
fotoğrafçı: dik durun biraz.
kadın: böyle iyi mi?
fotoğrafçı: fevkalede.

fotoğraf makinesi: çaatt!

kadın: hemen teslim alabilirim değil mi?
fotoğrafçı: on dakika içinde hazır olur. çay içer misiniz?
kadın: açık olsun.
fotoğrafçı: buyrun, şeker masada.
kadın: şeker kullanmıyorum.
fotoğrafçı: siz çayınızı içerken ben de negatifleri yıkayayım.

kapı: tık. tık. tık.

fotoğrafçı: hanımefendi siz misiniz?
kadın: evet. biraz acele edemez misiniz?
fotoğrafçı: renkler iyi çıksın diye bekliyorum.
kadın: özen göstermenize gerek yok. tapu muamelesi için gerekiyor.
fotoğrafçı: fotoğrafta müessesemizin imzası var, özen göstermek zorundayım.
kadın: yarım saat sonra mesai bitecek. yarın da hafta sonu.
fotoğrafçı: bitmek üzere efendim. birazdan geliyorum.

saat: tik tak. tik tak. tik tak.

fotoğrafçı: buyrun hanımefendi. vesikalık fotoğraflarınız hazır.
kadın: tutarı nedir?
fotoğrafçı: on beş lira.
kadın: buyrun.
fotoğrafçı: bozuk yokmuydu?
kadın: maalesef.
fotoğrafçı: siz burada bekleyin. ben paranızı bozdurup geliyorum.
kadın: geç kaldım ama. dönüşte alırım paranın üstünü.
fotoğrafçı: ben kapatacağım birazdan. dönüşte bulamazsınız beni.
kadın: üstü kalsın o halde.
fotoğrafçı: siz bekleyin burada. hemen geliyorum.
kadın: acele edin lütfen.

kadın: keşke başka bir yere gitseydim.

fotoğrafçı: beklettim efendim. kusura bakmayın.
kadın: olan oldu artık.  paramın üzerini alabilir miyim?
fotoğrafçı: tabi efendim. şaşkınlık işte. buyrun. tastaman otuz beş lira.

Sivas. Ocak 2015.
Eyüp Aktuğ

24 Temmuz 2014

Menemen


- Parayı pantolonunun cebine koydun mu?
- Sol cebimde anne.
- Cebin delik olmasın, gel bakayım.
- Yok yok, dün sen diktin ya.
- İyi bakalım. Şu leblebiyi de sağ cebine al, yolda yersin.

“Sakın unutma. İki ekmek, üç kilo domates, yarım kilo kıyma, iki baş soğan…”  diye seslendi annesi, sokağın köşesinden dönmek üzere olan Dinçer’e. İlk hedefi manav olacaktı. Annesinin sıkı sıkı tembihlediği listeyi içinden tekrar edip duruyordu. Unutursa, evin yolunu tutmak zorunda kalacaktı. Hah, işte görünmüştü Nuri Amca. Şu koca çınarın gölgesinde yarı uykulu yarı uyanık, elleri ensesinde, kasketini kaşlarına kadar indirmiş, yolun tam karşısında buraların yabancısı olduğu her halinden belli olan fötr şapkalı adamın Berber İsmail’in dükkânına doğru ilerleyişini izliyordu. Belli belirsiz mırıldandı:

- Yazık olacak delikanlıya.