Gülten Dayıoğlu bir okul ziyaretinde |
Her insanın bir kitap serüveni vardır. Bu serüven çoğunlukla ilkokul yıllarıyla birlikte, mektep sıralarında, sınıf kitaplığındaki kitaplarında elden ele dolaştırılıp, dönüşümlü bir şekilde okutulmasıyla başlar. Hatırlıyorum, bana okuma ve yazma öğreten öğretmenim birinci sınıfın sonunda farklı bir ile tayin olmuştu. Adı Eşref'ti. Beni bir kış günü arabasıyla evime bırakmıştı. Beyaz bir arabaydı. O günden sonra Eşref öğretmenimi ailemden birisi gibi görmeye başlamıştım. Sonra gitti. Üzülmüştüm gerçekten, hatta bana bir veda konuşması dahi yapmıştı Eşref öğretmenim. Nihayet ikinci sınıftaydım. Sınıf öğretmenimizin adı Türkân'dı. Biraz sinirli bir mizacı vardı. Ondan çekiniyordum. Ben Türkân öğretmenimi
içselleştiremedim. Ona karşı derinlerde bir soğukluk vardı bende. Türkan öğretmenime karşı hissettiğim bu uzaklığın nedeni ise onun Eşref öğretmenim hakkında kötü şeyler söylemesiydi. İkinci sınıfta olmamıza rağmen, sınıf arkadaşlarımızdan bazıları okumayı ve yazmayı tam olarak öğrenememişti. Okuma - yazma bilmeyen bir öğrencinin ikinci sınıfa geçmesini kabullenemiyordu. Bunun için, Eşref öğretmenime kızıyordu. Kırmızıya yakın kahvrengi saçları vardı Türkan öğretmenimin. Onu görünce aklıma televizyonda gördüğüm İstanbul geliyordu. Taşradan değildi Türkan öğretmen. Bizim hep sessiz olmamızı isterdi. Gürültü yaptığımız zaman kızardı. İtiraf etmem gerekirse beni kitaplardan ve okuma - yazma eyleminden soğutmaya başlamıştı.