Şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Eylül 2024

,

Teklif

İçimde taşıdıklarımı getirdim içimi taşıranları
Bir bilsen nelerden vazgeçtim nelerden
Renkten renge girdim, en çok kırmızıda sevdim
Tanımlar türettim anlamlar yükledim
Çok defa bozdum kurduğum cümleyi
Bu yüklemin iki ucunda çok bekledim.

Sana penceremdeki çiçeklerin can sıkıntısını anlatsam
Ellerimin hafızasını döksem karıştığın suya
Bu duruma alışkanlık mı dersin akışkanlık mı
Ne dersen de işte bunlar hep klişe
Ama yapmacık değil sentetik değil
Yüzde yüz pamuk kalbimin içi
Yazın terletmez, kışın üşütmez, yağmurda atmaz rengi
Biliyorsun çok ıslandım ben o yağmurda
Çünkü bir kez sevdiysen,
Kalbin çözüldüyse can kenarında
Evin bütün ışıklarını yakarsın kapalı perdelerin arkasında.

13 Şubat 2024

,

Seni Sevmek Binlerce Gülün Ortasında

Neyi eksilttiysem senin için neyi bıraktıysam arkamda
Gözlerin geri verdi bende azalan bende tükenen her şeyi
Mutlu öğle saatlerimi, 
Ve bir yorgunluğun koynunda
Serin uykuların arasında tanıdığım, hatırladığım tazeliği.

Benim talihim, benim güzelliğim, gözlerimin ışığı
Yetiyor bana yazgımda gezinen tebessümün
Eski akşamlar gibi, portakal kokusu gibi
Aynadaki parmak izleri gibi çocukluğumun
Yetiyor bana sesinde çoğalttığım mutluluk
Çoğalmak, dört çift göz olmak dünyaya karşı
Yeniden doğmak küçük ve saydam parmakların arasında
Sonsuz bir düzlüğe ulaşmak
Sonsuz bir mavinin arkasında
Burcu burcu kokan çiçeklerin arasında
Bir küçük kız olmak, bir küçük oğlan.

20 Mart 2023

,

Saatimiz Yeniden

Hayatın başladığı ve bittiği yerde,
Suyun kılıçtan, kılıcın ateşten hakkını aradığı günde,
İki sesin iki nefesin arasında,
Bir duanın bir musibeti karşıladığı anda,
Yeniden kurulacak saatimiz.
Çünkü ismini çağıracağım günler var daha
İsmini ve sesini çoğaltacağım sabahlar.
Kollarım, saçlarım, dudaklarımla
Açılan, ağrıyan ve kuruyan yanımla
Gövdemin sana açılan kapısıyla
Sınanan, bilen ve bilenen inancımla
Yeniden kurulacak saatimiz
Şarkımız yeniden.

Başta ve sonda, sıfır noktasında, sarmalın tam ortasında
Dönüp dolaşıp başa sardığım kaset
Sonra bir şarkı başlar, bir aşk başlar,
Zaman yavaşlar, hızla çarpar kalp virajlarda,
Bir kamyonla bir otomobilin buluşma noktasında,
İnsanları severken veya nefret ederken onlardan,
Aradaki farkı anlamak
Bilmek toprağı ve tabiatı
Ölümü ve hayatı, siyahı ve beyazı, günahı ve sevabı,
Bilmek ve farkına varmak
Yolun sonunda vardığın varlığı.

Ellerin yolun sonundaki gül bahçesi,
Ellerin göğsümün üzerinde inceden ince bir sızı,
Ellerin kulağımda ses, gönlümde nefes,
Ellerin hayatın başladığı ve bittiği yerde,
Ellerin, bir tül gibi örterim onu derin sabahların üzerine.

Aynı hikâye, bu dünyada yer tutma telaşı
İnsanların gözünde kredim var mı,
Bir hata yapsam mümkün mü affı?
Oysa bankalar çok güveniyor varlığıma
Ontolojik bir problem bankaların varlığıma güveni,
Denedim, hesaplar yaptım, topladım ama çıkaramadım
Poliçeler, teminatlar, sözleşmeler, hayat sigortaları
Gol olur dedikleri ne varsa hep aut,
Ama korkmadan yine de yıkılmadan
Değil mi hepimizin hikâyesi bu sakız
Hayat kadar uzak, ölüm kadar yakın.

İnsanı yoruyor tetikte yaşamak
İspat değil kanıt değil delil değil,
İnanmak…
Bütün bunlar kalbin işi değil!
İnanmak, sonsuza bağlanmak, her şeyin vardığı noktaya
Ellerinin yerini bildiğim gibi
Biliyorum şimdi.
Yeniden kurulacak saatimiz
Şarkımız yeniden.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi, Sayı 65, Ocak – Şubat – Mart 2023

5 Ekim 2022

,

Kırmızı

kırmızı ışıklar bizden yana
kırmızıda biraz olsun yavaşlar dünya
netleşir, siyah beyazdan ölüm yaşamdan,
sıradaki şarkı kırmızıya, haziranlara,
ve bitimsiz saçlarına
önce nihavend sonra hüseyni makamda

yeni eşikler, yeni kapılar kalbin odalarına
her kırmızı yeni bir anahtar
çocuğu sırtında anne, annesi yerde çocuk
neyi umuyorlar bizden, biz dediğim sen ben
ve kalanlar
iki öğün arasında unuttuklarımız
kağıt gibi duvarlarla ayrılan
ihtişamlı kalelerle korunan hayatlarımız
hızlanan savrulan yükselen standartlarımız,
kalp neyi umuyor senden, benden, bizden
kırmızının bizi her yakalayaşında

(yerine göre) özlem, aşk
(bazen) acı, gözyaşı, umut, gülümseyiş
yağmur, kar (yağar) güneş doğar
aynı renkler arasında farklı iklimler
her kırmızıda biraz olsun yavaşlar dünya
bakınız kızaran güllerin boynunu eğişinde
al yanaklarıyla çocuğun elmayı dişleyişinde
eve dönüş yolunda babanın
selvi boyunda al yazmasında kadının
çeyizine işlediği, bakışına gizlediği mektupta
ve yüreğimizin hududunda
bir delikanlının bayrağa selam duruşunda

saatini kur, kontrol et, geç kalma hayata
sabah sekizler akşam beşler, yalandan gülüşler
beklediklerimiz de bekleyenlerimiz de değişir
hızlandıkça dünya her şey yarım bırakılmış bir yemeğe
şimdi daha güvenli yolculuklar yollar duble
güvendeyiz değil mi çünkü standartlar böyle
azla yetinme, azla yetinme, azla yetinme
her şey duble olmalı yaşadığımız hayat da

savaşlar gördüm, acılar, sevinçler ve umutluluklar
ben bir kırmızının bir bakışın bir soluğun  içinde kayboldum
bir çift kırmızı oldu dünyaya karşı sığındığım yer
bir bakışın yeter bir gülüşün kafi gelir içimden çıkarmaya
gül olur, gülce olur, kızarır umudum
demiştim her kırmızıda biraz olsun yavaşlar dünya

burada duralım (kırmızı)
birbirimize daha yakından bakalım
ellerimiz dua için çözülene
başkalığımız bitene dek.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi,  Temmuz - Ağustos - Eylül 2022, Sayı 63

7 Aralık 2021

,

Adı Haziran Olsun

Eşime...

Gözlerinin içindeyim, dünyaya karşı
Savunulacak en güzel yerde
Sesindeyim, nefesindeyim, en çok gülüşünde
Bir şey var şuramda adına yuva dedikleri
Uzaklaşınca şiir olan
Yaklaşınca vatan
Sende sol yanım dağ sağ yanım deniz
Bir isim bulalım ömür dediğimiz o şeye
Adı Haziran olsun
Sevmek olsun bir insanı sebepsiz.

Uyandığımız sabahlar vardır
Kapısını açtığımız serin akşamlar
Birlikte bir günü bitirmenin huzuru
Yeniden başlamanın sevinci vardır
Aramızda yağmurlar vardır o sıra
Bir çift göz parlar karanlığın ortasında
Bir elma dalından düşer
Ve sen gülümsersin boylu boyunca.

Eve dönüşümde, ekmeği bölüşümde
Bir aydınlığın içine girer gibi
Bitmeyen, eksilmeyen, eskimeyen
Gözlerin yağmura karışan bir sarhoşluk şimdi.
Dinlediğimiz şarkılar mı izlediğimiz filmler mi
Kiraz ağacının dalları mı kalbimize uzanan
Bir kalpten başka bir kalbe çarpıp duran
Avuçlarındaki serinlik mi
Her yokuşta dizlerime derman olan?

Bir isim bulalım ömür dediğimiz o şeye
Adı Haziran olsun
Sevmek olsun bir insanı sebepsiz.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi,  Ekim - Kasım - Aralık 2021, Sayı 60

24 Kasım 2019

,

Senin Derdin Ne

Acelen ne, nereye gitsen dünyadır orası
Nereye gitsen etinde bir tırnak izidir
Adına yaşamak dedikleri

Nereye gitsen kırık camlar karşılar seni
Nereye dönsen yapışırlar yakana, hadi anlat anlatsana
Nereye koysan başını aynı düşünce, aynı çıkmaz, aynı sokak
Sen acemisisin bu yolun, gürültünün yabancısı kulakların
Bırak kirli kalsın dolaplar, senin olmayan balkonlar
Orada, uzayan, bitmeyen, gitmeyen grilerin arasında
Azalıyorsa gözlerin, kolların azalıyorsa, uykun daha hafifse şimdilerde
Bir maviyi ısrar ediyorsan, tükenip tükenip bitmiyorsa gün
Sana yeni bahaneler bulalım, çünkü sarılacak bahanelerin var
Yola çıkmak için, eve dönmek için, evden dönmemek için

Biraz uyu, uyandığında, uyuyup uyandığında şarkıyı başa al
Şimdi sana yeni bir oda, temiz dolaplar, çiçekli pencereler belki
Yetmez mi bütün bunlar durmayanı biraz durdurmaya

Senin gelmelerin mi, senin gidemeyişin mi
Kışlıkları da al gel
Sen öğrettin ya
Kırka kadar sayınca geçiyor bütün bunlar
Kırka kadar sayınca kahve daha köpüklü, her şey güzel
Her şey daha yakın, otobüs daha hızlı
Kırka kadar sayınca toprağın gevşiyor bak
Bahçen genişliyor, ağaçların yere seriyor dallarını
Derinleşiyor dilindeki çukur, sesin açılıyor, yeminler büyüyor
Saydamlaşıyor kapandığın duvar, bulanan su gösteriyor gizlediğini
Kırka kadar sayınca yeni bahaneler buluyorsun zili çalmaya
İnanıyorsun değil mi
Bütün bunlara ve bu anlattıklarıma

Sesin kesik kesik geliyor telefonlarda
Öksürüğünü gizlemiyor nefesini tutuşlar
Tekrar ediyorsun aynı cümleyi
Anlamak anlatmak için kendini kendi içini

Senin derdin ne
Senin derdin, dertlendiğin, iç geçirdiğin
Kalbin soğudu mu
Soğuttular mı seni, alıştın mı olup biten şeylere
Kimsecikler bilmiyor mu babanın dizlerini
Annenin avuçiçlerini ve kardeşinin camdan gözlerini
Bir çift kanat yok mu sende
İnce ince hesapla, formüller ara, basınç farkları falan
Yerçekimine karşı, anlatamadıklarına karşı
Bir çift kanat yok mu sende
Seni oralardan alıp getirmeye.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi,  Temmuz - Ağustos - Eylül 2019, Sayı 51

16 Mart 2019

,

Korkulu Balık

Yaşamak bir su korkusudur balıkta
Balık
Korkuludur o camdan kalbin içinde

Yüzümü balığa çevirdim
Suyun mahrem balığın mahrum tarafına
Ona zaman tanıdım alışsın diye suya
Bu su, bu toprak, bu plaka yabancıydı ona da bana da
Krokisi yoktu kalbin
Levha yok, yol yok, çıkış yoktu
Nereye dönsem bende kalıyordu hesap
Nereye dönsem yolun iki ucu vardı
Biri benden çıkar biri balığa varırdı.

ıı.

Her sabah bir duvarı yıktım
Bir duvarı yeniden ördüm kan ter içinde.
Suyu izledim, balığı izledim, toprağı izledim
Vitrin camlarını, sokakları, garları, dağılan kalabalığı
Hızla akıyordu her şey bir bahane yoktu yavaşlamak için.

Hızlandıkça dünya korku arttı balıkta
Dağılan bir kokuyduk şimdi
Korkunun da kokusu vardı beklemenin
Başlamanın korkusu, başa almanın, başta olmanın
Suya dönmenin, suda dönüşmenin
Balığın mercan gözlerinden anlaşılırdı bu.

Yeniden sürekli yeniden yeni diye bir yerden
Bir bakıma yeniden değil miydi hayatın adı

ııı.

Suyun saydamlığı aldatır bizi, suya dünyadan bir şeyler karışır
Acır, acılanır, acıdıkça kararır
Su meleği karşımıza çıkar beni toprağa balığı suya çağırır.

Duvar yükselir, su yükselir, sertleşir kan damarda, balık pul pul dökülür de
Sevmek değil sevilmek değil aşk değil nefret değil
Geriye sonsuz bir oda kalır içimde.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi, Temmuz - Ağustos - Eylül 2018, Sayı 47

28 Nisan 2018

,

Vida

varılacak yer yok bu dünyada
yok ne yaptıysam yanlış, neye koştuysam yalan
kesip biçtiğim kumaş oturmuyor üzerime
içimi soğutmuyor dökündüğüm su, gördüğüm yüz, aldığım merhaba
yağmur aynı yere çiseliyor hep, rüzgar aynı yeri kurcalıyor yüzümde
yüzüm, itimat vermiyor çek senet tüccarlarına.
onu aynalardan, onu derin kışlardan, gecekondulardan geçiriyorum
pusulalardan, sandıklardan, şam’dan ve bağdat’tan.
utancımı koynuma alıyorum, koynumda genişleyen bir kış
içimi bekle, esirge, utancıma temiz örtüler giydir, beni sarıp sarmala
tanrım! demokrat varlığımı bağışla.

çağdaş bir günaydın oluyor her sabah, medenî bir kahvaltı sonra
bush’a ve obama’ya sövdüğüm gibi trump’a da sövüyorum
meâlen okuyorum olup biten şeyleri
boğaza sürülen lokma susturmamalı dilimin ucunda bekleyeni
oysa hepimiz cesuruz toprağın önünde, hepimiz çıplak ve ısrarlı
kirli bir bâkirliği kovalıyoruz.

pat pat vuruyor kan büyük banknotlar arasında
işte işte uğruna ölünen patronlar
çalış ve öl, biraz yemek biraz kahkaha

bir suç işle şimdi, makinalara karşı, bankalara, gazetelere karşı
bir suç işle, ceplerindeki tohumu savur toprağa
fırlayarak uykundan, kendini işgal ederek, sahici yumruklarla
asfaltlardan değil, dağ yollarından, ırmaklardan, kaynayan potinlerinle
koş şimdi, cüretkâr ölümlerle koş sana kucak açan tom amcana
örgütle kalbini kafire karşı
çıkar boynundaki kravatları, o vidayı oynat yerinden
kalmasın hiç tereddüt tetiği çekerken.

kanayan bir çocukluktum şunun şurasında
gazetelerde ve köşe başlarında bir yerim olmayacak
kuşandığım kılıçla, altını çizdiğim cümleyle, gözüme sürdüğüm gurbetle
daha koyu, daha çıplak şarkılarla bilineceğim, eve döneceğim bir gün
çünkü varılacak yer yok bu dünyada.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi, Temmuz - Ağustos - Eylül 2017, Sayı 43

4 Mayıs 2017

,

Kırılsın Arada Ne Varsa

kan aktığında, atlar çatladığında bu sonsuz koşuda
artık ipek bir uzaklıktır dün sığınağı.

bir kışın lapa lapa dökülmesidir üzerime, tedbirsiz bir acıdır tenimde gezinen anı
koynumdaki karaltıdır o, beni sarhoşlayan uygunsuz sokaklardan yollardan geçiren
avuçlarındaki şeffaflıktır, kâfi gelir akıp gideni durdurmaya.

gün akşam, kahır göğsüme yaslanır durur
akşam ki iki defa gurbet, bıçaktır gün
iyi bilensin bu bıçak, sıyırsın parmaklarımdan saçlarını
içime eri, damarlanan gençliğime hıncıma sen yerleş
ama sen yabancı bir göz taşırsın yüzüme, adıma bitişmeyen bir dil
tütünü her okşayışımda koynumu yakmasın orada birileri.
insan nerenin meşhurudur bilmiyorum
dünya beni seninle azaltıyor, boşluk bırakmadan
baştan ayağa azaltıyor, uyusam uyansam hiç boşluk bırakmadan
ne olur sanki.

uygunsuz kelimeler geçirdim içimden, içim garip, içim bir başka
sana kendimi bir başkası olmadan uzattım, karanlığımı seyreltmeden
kelime atlamadan, hiçbir harfi yutmadan girdim ırmağına
ben boz bulanık bakışlarımı suvarırım sen buna tarifsiz gülersin.
seyiren dudaklarıma alnını ekledim, aklımın bir köşesinde atlar çatlarken
el yordamıyla tanırım düştüğüm ateşi
dünya söndürmedi içimdeki yaşamak yangınını
dünya dönse de ben durmak fiilindeyim.
senden öteye yol var mı, ucu sana dokunmayan gün
bir yol bulunur mu, bir yolu vardır
olmalıdır.

kendimi kitaba karıştırdım heves edip o sayfaya saptım
“bir daha gelmeyenler için” ithafıyla.
şarkıyı yeniden, o sokağı yeniden koştum
şimdi uzansın yüzüm yağmura, şimdi kapıyı kim açsın
şimdi kapı tanısın beni içine alsın bir şey sormadan
şimdi kırılsın uzaklık, kırılsın arada ne varsa.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi, Ocak - Şubat - Mart 2017, Sayı 41

28 Aralık 2016

,

Kırık Yaz

belki demek cevap mıydı bütün bunlara, belki
insan karşılığını bulsun diye bu olanlar.

bana ne başkalarından, vurulan kazmalardan, açılan mezarlardan
bana ne, neyime gerek diyerek başladı başkalık
bana neydi komşunun evindeki yangından, yılandan
yılan kimseye dokunmamıştı, kimse de yılana ve böylece büyüdü soğukluk.
insan büyüyen bir soğukluktu bu yangın yerinde
yabancılıktı evlerin birbirine karşılığı, aralamadı perdesini kimse kimseye
yaşamak zannetti insan, yemek yedi, su içti, biraz uyudu, ekmeğini aradı
boğazımızda bir çatal olarak durdu dünya
boğazımızdan geçmedi sıkı sıkıya tuttuğumuz ekmek.
kimisi de çekmedi ayak altından ekmeği, onu biraz yedi ve bıraktı öylece
varlık oradan geçiyordu, bölüşmekten, her şey eksik kalıyordu cana dokunmadıkça.

kanımıza vurup duran neydi, sesimiz neden katıydı böyle
yüzümüzü yumuşatacak kelimeler yok içine düştüğümüz avrupa’da
silahı birlikte doğrultmak yerine birbirimize doğrulttuk.
dinmeyen bir mesafeydik şam’a, kırılgan bir çiçekti halep dediğin
bütün sınırların üstünü çizmeli betonarmelerden başlayarak
insanı nereye koymalı kalbine dönmesi için?

takvimleri kurcaladım, temmuzu yokladım, vatan dedim kendimi yokladım,
yok saydım, yoktu ellerim bile, başımı gezdirdiğim geceler yoktu
ellerim nerede kim bilir, ellerim tankları bükebilir
vatan ki imandandır, allah û akbar dedim onlar demos kratos sandılar.

yarının şarkısıdır söylediğimiz, çünkü vaat edilen gün bizimdir
kendimce anlamlar çıkarttım bir takım şeylerden
başımda okşayışların izi kaldı, babil’in saçlarında güneşler açtı
omuzlarım hep akşamdı, omuzlarımda orman serinliği
sayıp dökemediğim dağlar karşımda, fırat böyle coşkun
artık bir bombadır göğsüm patlamaya hazır.

yaz kırığıdır, kırıktır bardak, enfâl 17’dir önünde sonunda sığındığım
saklandığım, arındığım, arandığımdır o
ömer ki pırıl pırıl bir ağabeydir yanıma, bir adamdır kaburgasına tutunduğum.
ele geçecek başka yerimiz yoktu, başka yerimiz yoktu vurulacak,
iyilikli sabahlardı tutup göstermek istediğim
bir vatan günaydınıydı, bir kızın dönüp dönüp bakmasıydı mesela
kâfire sıkılan kurşunduk her cuma
amerika piç kurusuydu
yaz bunu.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi, Ekim - Kasım - Aralık 2016, Sayı 40

8 Kasım 2016

,

İftitah

tanımakla geçmiyor bir şey, titremekle, sövmekle
yürümekle,  yatsılardan kararan sokaklardan çalımla geçmekle
ekmeği alırken de o kız bana bakarken de
şarkı hep aynı yerde bitiyor, temkinli olamıyorum.

bayırlar yüreğimi soğuturken, insan insana derinleşen bir yarayken
incelen bir sızıydım her akşam, her akşam esmer bir delikanlıydım
kırçıldım ve kokulu bir kadın geçmezdi penceremden
öpülmekten göveren bir kadındı dünya
dudaklarım hiç uzanmadı onun karanlık taraflarına.
imlâ kurallarına itibar etmiyorum sana yanaşırken
inanmıyorum yaşıyor olmanın, yürüyor olmanın evrenselliğine
ne söylesem yavan kalacak biliyorum, ne söylesem herkesçe malum.

niçin diye bir uçsuzluk
niçin!
niçin günaha gireyim yola bir bahane ararken
yoldan aman dilemek mi niçin
kaçırmaktan kaybettiğim yüz işte bu kadar
hiç resimlenmemiş, hiç makyajlanmamış, haritalardan bakıyor gibi
yüz kere bir yüz, sonsuzun sonsuza kucak açması gibi bir yüz
tutulduğum yerden, tutunduğum köşeden, baktıkça boynumu eğen bir yüz.
cümlenin dışında kalmak mı
niçin!
yaraya bastığım bez niçin yapışmasın cana.

çoğalıyorum ama birikmiyorum, isim sıkıntısı çekmiyorum burada
çünkü dünya değdiği yerde iz bırakıyor, isim bırakıyor
buradan geçtiğimi ispatlıyor yalanla çekindiğim fotoğraf.
doğdum herkes gibi, anlamadan büyüdüm, büyüdüğümde de anlamadım
belki büyür büyür de göz olurum, ele avuca gelir içimdeki
tedirginlikte bulanan, ümit anında durulanan gözler olurum
toprağın bana müsait olduğu kadar ben de toprağa müsait olurum
gün gelir kendimi sesleyen bir sâlâ olurum.

ey gövdemi doğrultan esenlik
ey seyrine bedel ödeten gümrah dişi
fâtihâ ile arama sokulan telaş, beni dışarı bırakan kapı
koynundan çapaklanarak fırladığım her sabah
sımsıkı yunuyorum, sımsıkı yumuyorum gözlerimi
şimdi iftitah.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi, Temmuz - Ağustos - Eylül 2016, Sayı 39

7 Ağustos 2016

,

Faaliyet Raporu

                                       Mustafa Melih Erdoğan’a

telefon gelir, şiir bölünür
bilenmiş bir bıçak olur ağzım

dilimi yontan yirmi dokuz yaranın ortasında, bilardo masalarında
beyaz gömleklerin, belgegeçerlerin, kabul günlerinin
çok tanrılı törenlerin, stabil nöbetlerin arasında
dağılır fotoğraflarda seyiren esmer delikanlılar
ölüm şekerlemelerle sunulur bizim çocuklara.

faaliyet raporlarında yeri yok bunun ve diğer olanların
dünyanın gavurlukla meşhur olduğu geçmiyor evraklara
kalem aleyhime duruyor masada, ha kırıldı ha kırılacak.
klavyelerde, gazetelerde ilahlar çok resimli, mühürler tamam, ekmek taze
sofrada dinmeyen kaşık sesleri, makina sesleri, pazar gezmeleri
homurtum evcimen, baba neşeli, anne şen.

yağmur amerika için tehlikeli bir maddedir,
piyasalar tedirgin olur suriyeli çocuklar sınıra yaklaşınca
yağan her damla zayıflatır dünyaya tutunan kolları
görünmeyen yaralar usulca iyileşir
yasemenler daha gür kokar dağlarda.

bankalar, holdingler, mezar kazıcıları, kalpazanlar
elimize silah tutuşturup namluyu bize doğrultanlar
afro sokaklarda, şişkin etine dolgun bir sırıtışla, ödemli kahkahalarla
çöl ülkelerine can simidi ihraç eden tüccarlar
harladığınız bu ateş, ceketinize sinen şam, tende biriken acı
yutacak sizi ummadığınız bir anda.

öyleyse daha derine girsin bıçak, ciğere kadar
washington’a kadar girsin, alsın sırtımızdan şu haçı
daha içe sesleniyorum, daha geniş açıyla,
yürümekle başlar başlar her şey
kır gezmesine çıkıyor gibi, cuma gecelerine
bahr’ül medidlere, şifa-i şeriflere
gidelim coşkun ırmakları, gürbüz kısrakları bıraktığımız ülkeye
koşmayı da hatırlarız bombalar patlayınca ensemizde.

Eyüp Aktuğ, Karanfil Fanzin, Sayı 20

24 Temmuz 2016

,

Nöbet Defteri

dağ yürümedi, kopmadı kıyamet, otobüs gecikmedi, yanmadı bilet
erkek adımlarla baharı yerinden kımıldatmak,
dökündüğüm yağmuru sana da getirmek için
elleyip ayartmak için dile gelmeyeni
o şarkıda, burada, şu taşa oturup
hazır kıta bekledim namlunun ıslanan ucunda.

hep bir satır eksik konuştum
kelimeler inmedi dağlardan, adın tel örgü
bu hudut günaydınlarla, merhabalarla çizildi
şimdi ellerim masada, sakındığım kapıda nöbetteyim.
yaşamak ölümle müteşekkil bir pıhtıydı tende
oysa kim dokunsa aynı yerden akacaktı kan
cümlenin ortasına varmadan kuruyacaktı dudak
sürdüğüm iz bir sokulsaydı aramıza
yüzüm takılı kalmazdı sırtındaki boşluğa.

radyo bozulmuşken, su bulanmışken, sen bana sekülerken
söktüğüm diş sızlıyorken hâlâ
haziran sabahları neyi vaat eder ki
vakit girdi mi, alnımdaki abdest taze mi?

çırpındım, dineldim, yüzüm yolda kaldı, eşiklerde kaldı
gördüm ki gün akşamlı her yerde, pencere kimin olsa yola bakıyor
ip incelmeden kopmadan umulmadık anda, perdeler sararmadan
çoğalan bakışlarımla, eriyen gözlerimle
sonsuz yasak bir meyve gibi
gündüz gözüyle seni sormak kavruk bir duada
sorup sorup aynı yere varmak, aynı ağacın altına.

sıyır soframa sürdüğün ağuyu, kabaran boşluğu seyrelt
şu taşa otur da ev ol, yaslandıkça göğsüme anne ol
bırak pencere kırık, perde isli kalsın.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi, Nisan - Mayıs - Haziran 2016, Sayı 38

7 Mayıs 2016

,

Yürüyorum Aramızda Herkes

uysal ağzını hınca hınç doldurmadım
giyinip dudağını kıvrılmadım bir köşeye
yürüdüğün haziranlardan getirmedim günün döndüğü saate
dağılmadı uykusuzluğuma saçların
sen varmadın kapıya ben akmadım merdivenlerden
ovulmadı yüreğim toprağın sana değdiği yerden.

uyudum, uzak bir şehre sürdüler beni
beni aklımdan geçmeyenle tehdit ettiler.
pencereye sataşan uzaklık, perdeyi ürküten karaltı
boşluğunu bir kadının kahkahasıyla örten sokak
dişiliğini üzerimde deneyen dünya
içine heykeller oyulan esmerliğim
tenimi reddeder gibi oturdu erik ağaçlarının arasına.

güç yetiremiyorum dilimin çaresizliğine
yeni matlar keşfediyorum kapıyı her yoklayışımda
nereye koşsam nereye dursam aynı yağmur
bunalıyorum kurumayacak bu gömlek
bu gömlek üç tarafından ıslanmış
üç tarafından sana gelmiş.

sırtımda kırıldı bana sunulan kadeh, dağıldı zehir
ben sıçradıkça böyle
dünyada derin yere değdi ayağım
      tamam mı abi
      tamam değil yasin ayna kırık, yüzüm yerinde mi
      ali’nin aynası kırık, yasin unutmayalım bu olanları.
suratıma sekip duran topuklular yok bu çerçevede
çünkü her fotoğraf yalan söyleyebilir
sırasında eksilebilir bütün olan.

yürüyorum aramızda duvar, duvarda resim, resimde kız
üzerime abanan apartman, mücahid’in akşamlı yurt odaları
uzadıkça uzayan vezne sırası
yürüyorum aramızda herkes aramızda bi dünya.

budandı dünyaya takılan kollarım gözüm isminde tozlandıkça
toprağına bağlandım, toprağın ile aşıladım kuruyan dallarımı
sancım dineldi seni andıkça, seni andıkça hatırladım andımı
seni andıkça boğazladım  her sabah koynunda uyandığım karaltıyı.
aynayı uzattım kaza süsü verdiğim yüzüme
dünümü bugünümü yarınımı yok bağışlayacak senden başka
senden başka yok karanlığımı aydınlığına ulayacak.

göze aldım dünyayı merhametini okudum
şükrettim geçtim de yanlışın içinden yolunu sordum
işittiğimi anlar kıl, kulağımı temizle bu irinden, beni sana sesle
hep ertelemişken ömrümü aldığım nefesi ertelemişken senden başkasına
şimdi pişmanlığımı erteleme.

bu kez senin için hazırlandım yola çıkarken
bu kez aynanın karşısına senin için geçtim
sana taradım saçlarımı cuma günleri
toyluğumun örsünden bir zırh çıkar bir kılıç
imdi sefer bana.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi, Ocak - Şubat - Mart 2016, Sayı 37

3 Mart 2016

,

Cürmümeşhut

yaşamak insanı kanıtlamıyor, bana tahtadan yangınlar oymakta dünya
birileri birilerini sıfıra tamamlamakla meşgul
bir ilgisi yok hayatın, merdivenlere diklenen yorgunluğumla.
merdümgiriz kollarla kucaklayıp yağmalanan erik ağacımı
derin bir uçurumu tekrar ediyorum böyle her sabah
hastane bahçesinden eğimsiz akşamlara büktüğüm dalları.

ayaküstü içimi sökmeden, yere düşürmeden sakındığım mendili,
hurdaya çıkardığım kahkaha ürkütmeden kundaktaki bebeği,
yüzümü örselemeden, dilimi çatallamadan sırtımda soğuyan dünya
yağmur çözüldü ben çözüldüm önünde, toprağa girer gibi
ömrüme ayraç kaldı alnımda geceleyen haziran gözleri.

artık gölgem yakışmıyor duvara, kendi kendinden nasıl çıkar insan
tamah edemiyorum, cürmümeşhutum, elimde kaldı bıçak
şimdi nereye değsin vakit?

anlatan biri olsa cesaretin korkuyla başladığını
korkulan şeyin bir başkasında cesaret bulduğunu
nehrin kanayan tarafında yükselen sesin
dedemin  nefesini açan fecr suresi olduğunu
anlayan biri olsa yeşeren ekmeği, zâriyât elli sekizi.
köyün muhtarı tanımlayamıyor bütün bunları
bürokraside bir karşılığı yok aldığım nefesin
içime inen bu yağmuru sözün nerede ne zaman başladığını
insanın neye niçin terk olunduğunu belgelemiyor nüfus müdürlüğü
beni diğerlerinden ayırsın diye sırtımda mutad bir işaret
bilinsin, beton kadınlar için uygunsuzum.

bulmanın kapısı: onu tarif edemem, fakat eşiği annedir,
ağırlaşan geceyi seyrelten merhamet
onun sunağından sokulur toprağın göğsüne.
anne kaybolunca kalmıyor kapının bir önemi.

bilincin dışına, apartmanların dışına, şehrin dışına
su bazlı abdest, kartonpiyer dua, damlaya damlaya boşaldı göl.
uğul uğul sevindik, şehri tepeleme gezip
nafile öğünler serpiştirdik gün içine
kolalı yakalarımızda sakladık ayın on beşini
tabiatın dışına sürüldü kavga, yer yok aşka ve ölmeye,
korelasyon hesaplarıyla çözümlenmekte rızk.

insanı nereye kapatsam çevrimiçi bir kalabalık
dört nokta yedi inç insanın ölüme bakışı
bir anneyi kuyuya sarkıtmalı çıkarsın diye insanı.

Eyüp Aktuğ, Aşkar Dergisi, Ekim - Kasım - Aralık 2015, Sayı 36

4 Aralık 2015

,

Ekmeğin Kuruyan Tarafı

annem bunu öğretmişti
ekmeğin kuruyan tarafından başlayarak
ekmeğin bayatlığı ile tazeliği arasında
babil denen bir yerin olduğunu

ı.
hesap makinesini kullanmayı öğrendiğimde
payımı istedim nil’in kuruyan göğsünden
ramazan temalı banka reklamlarından cesaret kuşanarak
plastik bir huzur takındım kalbimin üzerine.
fazla mesai de yaptım perşembe geceleri
döşeğimin sıcaklığı yastığımın yumuşaklığı eksilmesin
çöreklenen olmasın soframa girmesin konforuma balta diye.

maaş bordrolarıma papyon takıp
yemekleri yarım bırakmasını öğrendim ışıltılı salonlarda
açgözlü demesinler ayıplamasınlar için
bir miktar kalmalıymış tabakta.

ıı.
aslında her şey yoluna girebilirdi
anlayabilsem toprağın diliyle olan biteni.
gazetelere gelince: demokrasi baharat yolunda
tarçın almaya mı gelmişti amerika?

kudüs’lü şiirlerden bir mısra dolayıp dilime kazan kaldırdım
yumruğum havada güneş gözlüğüm biraz kaş çatışı iyi pozlar
anayasayı üzmeden, küstürmeden bıyıklı abileri bana
sesimi alçaltıp, alçaltıp kendimi
haydi bir iki üç, kahrolsun israil, kahrolsun amerika
akşama twitter, ders bir, zarifliğin yedi şartı
ardından kaşınan romantikliğimiz:
“korkmayın torpido gözünde şiir saklayan adamlardan.”

ııı.
ben sandım ki kalp örselemek içindir
onu dünya ile incittim.

bir akşamüstü boğazıma demirledi fecr on yedi
dişlerim parmaklarımda, nişan aldı sapanlar göğsümün üzerine
utandım ruhuma refakat eden şeylerden
dualarım geldi aklıma, avuçlarım chevrolet marka
ayetel kürsi asmalıyım dikiz aynasına.

ebabiller kanat çırpmakla sınandı yeryüzünde
ben yastığım ile bağdat arasında tökezlerken
bu kez  hayata ekmeğin kuruyan tarafından başlayarak
kirlenen tarafımı toprağa sürüyorum
steril bir cümle gerekiyor yüzümü temizleyecek
yüzümden yeryüzünü sıyıracak bir cümle.

ıv.
yaşamak
onlarla aramızdaki fark
çünkü bizi yaşamakla aldattılar.

Eyüp Aktuğ, Aşkar Dergisi, Sayı 35, Temmuz - Ağustos - Eylül 2015

29 Eylül 2015

,

Tahammülfersa

ı.
yağmurun ve toprağın insanı çattığı bir zamanda
şehrin iniltisi henüz uğramamışken bileklerime
şükür kelimesinin ekmek gibi boğazımdan geçtiği
kalbin yaşamaya yettiği çağlara uzandım,
insanoğlunun kravatlarla boğazlanmadığı çağlara.

kırdım bilinç isimli o şemsiyeyi,
gövdeme nehirleri bağlayan bir dalgınlıkla
göğsümü sıradaki sağnak için açtım.

ıı.
onlara leyla budur dedim ekmeği tutarak
öpüp alnıma koydum onu nerede görsem,
dantel gözleri yoktu bizim leyla'nın
koynum buğday tarlası ellerim toprağın saçlarında.
yasalarda yok akşamüstü eve dönüşü bir babanın
bu tunç bir şarkıdır dudakta oğullar için.
biliyordum yalnızca bir anne başarabilirdi
buharlı makinanın keşfini ertelemeyi,
onu inandıramadım uçakların da sahiden uçtuğuna.

ııı.
göğsümden yeryüzüne taşan o şey nedir?
nedir bir kalpten başka bir kalbe çarpan,
yutkunurken boğazıma barajlar kuran o şey?
evlenişi gibi kız kardeşimin, onu alnından ilk öpüşüm gibi
keder ve sevinç hırpalamakta beni.
ve aşkı tarif etmek yoktu heveslerimin içinde,
gece yarılarında ay nasıl vurur iki kaşımın ortasından bilmezdim,
anlamazdım açık bırakılan bir pencere ne işe yarar,
yahut mektupların bir ucu neden kundaklanır.
sonra fabrikaların paydos düdüğü, ümmü gülsüm, enta omri
kamyon garı, kollarım zayıf, bacaklarım titriyor sonra yirmi lira.
o kıza getirecektim şimdi lafı ama eve yürüyerek döndüm
öyle yorgunum ki.
hep kışa büküldü nedense geçtiğim yollar,
gurbetin tadına vardım ağzım yandı.

göz döktüğü kadarmış
gördüm.

ıv.
nasılsa kapılar kapanmak içindir.
bir ev başka bir evden kapıyla başlar ayrılmaya,
bir oda başka bir odadan kapılarla bölünür önce,
ve yüzümüze kapanmayı bekleyen bir kapı bulunur her zaman.
yaşamak da bir kapıdır aslında yüzüme ölümün çarpacağı bir kapı,
o halde niçin bunca uğraş?
Allahsız iktisat hüznümüze ipotek çıkartmışken,
insanın aziz sayıldığı, ekmeğin hem leyla hem anne olup
soframızı hazırlayıp soframıza konduğu çağlar
bilmek isterim hangi kapının ardında kaldı?

gazeteler yazmadı içimden geçeni
bir güvercin ölüsüyle uyanmak gökyüzüne
varılmıyormuş bir yeri terk etmeden bir başka yere
öğrettiler
insan bir başkasının acısıyla nasıl susar
annemin ipek ellerinden, babamın gözlerime değişinden sonra
o kıza getirecektim şimdi lafı o kızın saçlarına

Allahsız iktisat.

v.
çocuklar, bu ilk dersimiz
yara aldık
yaralarımızdan yürüyeceğiz Allah'a.

Eyüp Aktuğ
Enfa Edebiyat - Ağustos 2015

13 Eylül 2015

,

Elmanın Kararan Yüzü

Elmanın Kararan Yüzü

suya dair cümleler kurdum elmanın kararan yüzüne
savaştan kaçırdım içimde yeryüzünü gözetleyen çocuğu
onu yarınlarla avutup, umudu yonttum her yarın da.
bu takvim duvarda iyi durur dedim,
kendime bir yarın daha seçtim.
gördüm ki yokmuş hiç soluklanacak bir çeşme
Allah’ım yetişemiyorum verdiğim nefese.

çevirsem kırılacak bir anahtardı elimdeki
korkuyla yaklaştım yoluma eğleşen kapılara.
eve dönerken başka başka sokaklara saptım da
bulanık akşamlardan geçtim o şarkıdan geçtim.
dayak yedim babam kaşlarını çattı
anneme göstermedim sırtımdaki yaraları
ben yumruğumu hep cebimde sıktım
gözlerimi kıstım o saçlarını tararken.

her kulaçta bir yerim sancıdı
yürüdüm ayakkabımın boyası atana dek
öğrendim eve varmayan yolları.

içimi dökemedim
yüksek topuklar dilimi anlamadı.
kulak kesildim merdiven çıkan gülüşlere
kaç koridor sustum ben.
dağı karşıma aldım da eğdim başımı
balkonda sabahlattım beyrut’u, fairuz’u, gözlerini,
çamaşır ipleri de bilmiyor leylâ nasıl yazılır?
asansör çıkarmıyor beni dalından düştüğüm ağaca.

sancımı jenerikte görmüşler
ama filmin hep kesilen sahnelerindeyim.
vurulursam tam şuradan vurulacağım
esmer bir merhaba olacak dudaklarım.
film bitti, takvim düştü duvardan
kırıldı anahtarım kapıyı zorlarken
cevabını veremedim
yaşamak hayatın neresinde durmaktı?

Eyüp Aktuğ
Karanfil Fanzin, Ağustos 2015

22 Ağustos 2015

,

Leylâ’ya Vals Yapmasını Öğreten Kim Varsa

Leylâ’ya Vals Yapmasını Öğreten Kim Varsa

ı
döviz bürolarına, new york borsasına, iktisat derslerine
wall street gösterilerine, gazete küpürlerine
ve yüzüme hırlayan insan hakları beyannamesine karşı
korunaklı bir yerdi soframız.

ekmek sepetlerini doldurur gibiydi
ellerin göğsümün üzerine tünerken.

ıı
ellerini şiirin içinden çekip almak istediler
mahalleye vals kursu açtı iri imzalı adamlar
parfüm sıktılar oyası ince yazmana
bir akşamüstü seni kızarken görmüşler
kolanın kapağını kapatmayan çocuklara?
ah ki avuçlarından cesaret üleştiğim
hırpalanmışlığımız gözükmez aynada
dışımız çok janti.

kaçmak istedim bu kabarık gürültüden
ben yabancısıydım bu dilin.
zorla öğrettiler bir galon kaç litre eder
üç nokta yedi
petrol mühim şey ama daha mühimi
gazze’ye yürüyen tankların arap petrolü içtiği.

14 Ağustos 2015

,

Biraz Toprak Etimi Soyacak Kadar

Biraz Toprak Etimi Soyacak Kadar

ı.
göğsümde biriken o şey saçlarına pay etti beni
gözlerinden bir çıngı düştü yüzümün kırışan yerine.
sesimi ikiye böldüm yarısını kulağına sakladım
bir yarım hep çoğaldı azalan tarafımın elinde.
korkulu ve tedirginim ağaçtan inemeyen bir çocuk gibi,
kalbime çarpa çarpa nefessiz kalışı kuşların
bu yüzdendi kollarımın sığamayışı yeryüzüne.

ıı.
bir rüzgâr gelse de koparsa beni gecenin dalından
karışsam solgun çiçeklerin kederini yoklayan yağmura
âh bir yolunu bulup söylesem bunları
toprağa mühür diye kondurduğun ayaklarına.
avuçlarımda soğuyor yaşamak sandığım
bir tutsam diyorum ilk gençliğimin elinden
hüseynî kalıyor dudağım adını dişlerimle ezerken.

ııı.
beni bir çerçeveye çivi diye kullanan
yazgımı asılı koyan o karanlık duvara...
ibrahim biliyorsun sen
ateşi neresinden tutarsam yanmaz ellerim
hangi türküyü söylemeli o dağı tırmanırken?
ya rabbi kalbimi alıkoy
bir ismin yankısında kalakaldım.

Eyüp Aktuğ
Karanfil Fanzin, 14