18 Ocak 2025

, , , , , , ,

Antik Dönemden Modern Zamanlara Güzelliğin Yalınlığı ve Çirkinliğin Estetiği: The Substance Filmi Üzerine Bir Değerlendirme

The Substance filminin posteri

Platon antik çağın önde gelen filozoflarından birisidir. Düşünceleri ile dönemini ve döneminden sonra gelenleri etkilemiştir. Platon bu dünyayı görünen ve görünmeyen taraflarıyla ele almış, insanı ve insanın çevresiyle olan ilişkisini yorumlamıştır. Ona göre insan ruh ve beden olarak iki kısımdan oluşmaktadır. Yine ona göre ruh aşkın ve ölümsüz bir varlıktır. Bu görüşe göre beden ise ruhu çevreleyen bir kafes olarak ifade edilebilir. Platon'un "idealar âlemi" olarak nitelediği âlem beş duyumuz ile algılayamayacağımız bir alemdir. Bu âlem ruhun kaynağını oluşturmaktadır. Mutlak iyiliğin ve saflığın kaynağı da idealar âlemidir. Bu maddi âlemde kaynağını arayan ruh, yeterince saflaştıktan sonra yeniden kaynağına ulaşabilir, idealar âlemine dönebilir. 

İçinde yaşadığımız bu maddi dünyayı beş duyumuz ile tecrübe etmekteyiz.  Kısıtlı bir duyuş olan bu tecrübe, bizi çevremizi ve çevremizle olan ilişkilerimizi anlamamıza yeterince yardımcı olamamaktadır. Platon, iyiliği, erdemi ve güzelliği bu dünyada aramamıştır. Bütün bu kavramlar onun idealar âlemine aittir. Platon'dan önce de bu kavramlar düşünürler tarafından dile getirilmiştir. Örneğin, güzel kavramı ifade edilirken amaca uygun olma halinden söz edilir. Güzel olarak nitelen durum veya varlık amaca uygunsa güzeldir. Platon'un idealar âleminde önemli bir bahis olan "güzellik" veya "güzelliğin metafiziği" hayatının çeşitli dönemlerinde farklı biçimlerde ifade edilmiştir. Söz konusu bu farklılıklar Platon'un düşüncelerinin değişmesinden, farklılaşmasından kaynaklanmaktadır.

Platon'un Formlar Teorisi ve Mağara Alegorisi

Formlar Teorisi Platon'un estetiğe ve  güzelliğe bakış açısını etkilemiş ve değiştirmiştir. Formlar Teorisi temelde "bilmek" konusu üzerine yoğunlaşmaktadır. İfade edildiği üzere bu dünyayı beş duyu organımız ile gözlemliyor ve tanıyoruz. Bu dünyayı tanırken gördüğümüz, gözlemlediğimiz varlıklar "form" olarak ifade edilmektedir. Formlar olarak bildiğimiz, tecrübe ettiğimiz varlıklar aslında edebi âlemin bu dünyadaki gölgesi veya temsilidir.

Platon'dan haberdar olanların pek çoğu onun "Mağara Alegorisi"ni duymuştur. Söz konusu alegori kelimesi Fransızca kökenli bir kelime olup bir durumu veya bir olguyu daha iyi anlatmak ve anlamak için kullanılan canlandırma, dile getirme metodudur. Platon Mağarası'nı okura sunarken şunu ister: Bir grup insan birbirlerine zincirlerle bağlıdır ve bu insanlar bağlı oldukları zincirler yüzünden başlarını, boyunlarını, kollarını ve bacaklarını diledikleri gibi hareket ettirememekte, çok kısıtlı bir hareket kabiliyeti ile yaşamaktadırlar. Yeraltında yaşayan bu insanlar gün ışığından mahrumdur ve ışık kaynağı olarak ateşi kullanmaktadırlar. Ateş ile duvar arasında bulunan insanlar, bütün zamanlarını duvarda oluşan gölgeleri izleyerek geçirmektedir. Uzun bir zaman boyunca duvarda oluşan gölgelerden başka bir varlık ile temas etmeyen bu insanların tek gerçekliği bu olmuştur. Dışarıdaki ışık ile temas etmekten kaçınılmış, mağaranın içinde gölgeler dünyasını gerçek bir âlemmiş gibi tasavvur edilmiştir.

Platon'a göre her olgunun yaşadığımız dünyada bir formu vardır. Platon bu durumu "at örneği" üzerinden açıklamak istemiştir. Platon "at sözcüğü" ile tanrının yarattığı ilk atı ifade etmektedir. Sözü edilen bu at, ideal olan düşünsel bir attır. Sonra gelen atlar için bir kalıp olma özelliği taşıyan “at” idealar âleminin bir parçasıdır. Bu dünyaya ait olarak gördüğümüz diğer atlar ise başta gelen atın birer yansımasıdır. Bu haliyle tanrının yarattığı ilk at ile sonra gelen atlar arasındaki çeşitli benzerlikler vardır. Başta gelen düşünsel at gerçek ve mutlak olanı, sonra gelen atlar ise görüntüsel olanı ifade etmektedir.

Platon'da Mimêsis ve Güzelliğin Taklidi

Antik çağda mimêsis kavramının geniş bir kullanım alanı olduğundan söz edilebilir. Tek bir spesifik alanı veya pratiği olan bir kavram değildir. Onda mimêsisin en dikkat çekici unsuru, mimêsise iyi ve kötü anlamlarını yüklemesidir. Bu anlamda mimêsis Platon'un idealar âleminin doğrudan bir unsuru haline gelir. Bu kavram kelime anlamı itibariyle "taklit" olarak ifade edilebilir. Taklit veya öykünme... Mimêsisin iyiliğine ve kötülüğüne de değinen Platon, bu kavramı hakikat ile olan ilişkisi boyutunda değerlendirmektedir. Hakikat ile temasın derecesi mimêsisin iyi ve güzel olma hali konusunda bize ipucu vermektedir. Hakikat ile temasını kaybettiğinde ise zehre dönüşeceğini ifade etmektedir.

Platon'un, Sofist isimli şu diyalogu aktarmak istiyorum.

Ziyaretçi: Tıpkı diğer durumlarda olduğu gibi, insan eserinin ürünlerinin de kısımları vardır, yani kendinde ve kopya. 
Theaitetos: Şimdi daha iyi anlıyorum, ilahi ve insani olarak ayrılan iki eserin iki türü var. Bir türü kendinde şeyleri üretirken diğer türü onlara benzer şeyleri üretir. 
Ziyaretçi: O halde tekrardan hatırlayalım, kopyasını-yapmanın/yaratmanın bir kısmı benzerini-yaratmadır. Diğer türü ise görüneni-yaratma olacaktır... O halde hadi tekrardan görüneni-yaratmayı ikiye ayıralım. 
Theaitetos: Nasıl? 
Ziyaretçi: Bir türü aletler ile yapılan ve diğeri ise görüneni yapan kişinin alet olarak kendi selfini kullandığı yaratma. 
Theaitetos: Ne demek istiyorsun? 
Ziyaretçi: Biri kendi bedenine ya da sesine benzer (similar) bir şeyi yaratmak için kendi bedenini ya da sesini kullanıyorsa görüneniyaratmanın bu kısmına denecek en iyi şeyin “taklit etme” (imitating) olduğunu düşünüyorum. 
Theaitetos: Evet... 
Ziyaretçi: Bazı taklitçiler taklit ettiği şeyi bilirken bazıları bilmez. Hangi ayrım, cahillik ve bilgi arasındaki ayrımdan daha önemlidir? 
Theaitetos: Hiçbiri. 
Ziyaretçi: Az önce bahsettiğimiz taklit bilgi ile ilgili olan türde değil miydi? Seni ve karakterini tanıyan biri seni taklit edebilir değil mi? 
Theaitetos: Elbette

Sofist isimli eserden aktardığım diyalogdan ve yazının şimdiye kadarki bölümünden hareketle söz konusu olgular ve durumlar günümüzde de insanların düşün dünyasında önemli bir alanı işgal etmektedir. Platon'un Mağara Alegorisi'ni günümüze uyarlamak gerekirse; insanların kendilerini hapsettikleri ve yapay bir gerçeklik oluşturarak gerçek ile temastan kaçındıkları modern mağaralar şu şekilde sıralanabilir. 

Teşhircilik veya saklanma
Güzellik veya çirkinlik
Zenginlik veya fakirlik
Taklitçilik veya özgün olma takıntısı
Başarı veya başarısızlık
Gençlik ve yaşlılık
...

İnsanlık her şeyin hızla değiştiği, dönüştüğü ve birbirine evirilme yolunda ilerlediği bir dönemi tecrübe etmektedir. Gerçeğin ve gerçek olmayanın, doğru ve yanlışın birbirine karıştığı bu dönem yeni sosyolojik ve psikolojik problemleri de beraberinde getirmektedir.

Özneden Nesneye ya da Kullanılabilirliğin Cazibesi

İnsanlık tarihini belirli kriterlere göre bölümlendirmek gerekirse ilk olarak tarım toplumundan söz etmek gerekir. Ardından sanayi toplumu ve bilim toplumu olarak yeni bölümler eklenebilir. Yeni yüzyılda insanlık tek bir cüze sıkışmış durumdadır. Tüketim toplumu olarak ifade edilen bu yeni olgu ve durum beraberinde çok çeşitli problemler getirmiştir.

Hayatı yaşayan ve yaşadığı hayatın öznesi konumunda bulunan bireyler, üreten toplumun tüketim toplumuna evirilmesi ile öznesi olduğu hayatın nesnesi olma konumuna düşmüştür. Postmodernist yaklaşımın hayata ve insanlara faydacı bakışı insanların birbirleri ile olan ilişkilerini etkilemiştir. Pragmatist bir pencere ile olguları ve durumları yorumlayan toplum, kıymetli olan kullanılabilir olandır ölçüsü ile hareket etmektedir.

Tüketim olgusu sıradan bir olgu değildir. Etki gücü ve etki alanı tahmin edilenden çok daha fazla olduğu söylenebilir. Bu bağlamda tüketimin etki alanına giren, bireyi özne konumundan nesne konumuma indirgeyerek insanı ve insana dair olanı metalaştıran, onu bir sermaye aracı, bir hammadde olarak gören bu yapı, sistem veya düzen çok çeşitli eleştirilerin odağı haline gelmiştir. Bu eleştiriler bazen felsefe ve düşünce alanında, bazen politika ve siyaset alanında, bazen psikoloji ve sosyoloji alanında, bazen de sanatın çeşitli şubeleri tarafından gerçekleşmektedir.

Yeni Form: Endüstriyel İnsan

Günümüzde mükemmel insan tarif edilirken tarifi yapılan insanın dış görünüşünden söz edilmekte ve belirli ölçüler aralığından olması gerektiği, uzuvlarının tam olması gerektiği ifade edilmektedir. Dünya sistemi mükemmel insanı bu şekilde tarif etmektedir ve mükemmeliyetçilik algısını dayatmaktadır. Özellikle sosyal medya üzerinden  oluşturulan vücut imajları, bu görüntünün toplum içindeki kabulünü daha kolay kılmaktadır. Bireyin kendi görüntüsünü reddetme ve kendisine gösterilen görüntüyü kabul etme hali bu durumun doğal bir sonucudur. Normalin ve anormalin yer değiştirmesi ile devam eden bu süreç endüstriyel insanın ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Endüstriyel insanı gördüğümüz ve bu dünya sistemine farklı bir eleştiri getiren bir film: The Substance. Mayıs 2024'te prömiyeri gerçekleştirilen film, Coralie Fargeat tarafından yazılıp yönetilmiştir. Filmin başrol oyuncusu ise Demi Moore. Moore, Elisabeth Sparkle karakterine hayat vermiştir. 

Filmin başkarakteri olan Sparkle, bir televizyon kanalında aerobik programı yapmaktadır. Programını yıllardır sürdüren Sparkle artık yaşlanmaya başlamıştır ve televizyon kanalı sahibi tarafından sürekli eleştirilere maruz kalmaktadır. En nihayet Sparkle'nin programına son verilir. Bu durum karşısında yaşlanan bedenini kabullenemeyen Sparkle psikolojik bir bunalım yaşamaktadır. Şöhretini ve konumunu kaybetme korkusu yaşayan Sparkle kendisine gençleşmeyi ve güzelliği vaadeden bir ilaç ile tanışır. Fakat bu ilacı kullanmanın bazı kuralları vardır. İlaç bu kurallara uymadan kullanıldığında ise bazı yan etkiler ortaya çıkarmaktadır. İlacın yan etkilerinin ortaya çıkışı ile "Horror Body" film türüne geçiş yapan film rahatsız edici pek çok sahnesi ile izleyiciye hem gerilim hem tiksinti uyandıran anlar yaşatıyor. 

Film güzellik, yaşlanma korkusu ve kadın bedeninin metalaştırılması konularında çeşitli eleştiriler getirmektedir.  Dünya sisteminin insanları zorladığı güzellik ve estetik kaygısı ile verilen kararların, girişilen işlerin yarattığı bozulma tasvir edilmektedir. 

Konu edinilen güzellik algısı, genç kalma ve mükemmel vücuda sahip olma takıntısı günümüzün mağaraları olarak değerlendirilebilir. Seyircinin şahit olduğu beden korkusu, normal olanın ve anormal olanın yer değiştirmesi, kadınların tabiatından ayrı tutularak kendi bedenlerine yabancılaştırılmaları filmde kullanılan ve eleştirilen durumlar arasındadır.

İnsandan Kâinata: Zıtların Kavgası ve Ahengi

The Substance filmi tür itibari ile batılıların "Body Horror" dediği türden bir korku ve gerilim filmi olsa da temel itibari ile psikolojik ve sosyolojik yönü ile dikkat çekicidir. Filmde metot ve üslup olarak eleştirilen pek çok nokta vardır. Fakat işaret ettikleri ve dile getirdikleri ile ona farklı bir pencereden bakılmasını mümkün kılmıştır. Bir noktada insanın başta kendisi ve kendisinin bir yansıması olan çevresi ile savaşına tanıklık eden seyirci, film boyunca Platon'un mağarasına benzer bir alegorinin içerisinde bulur kendisini. Tıpkı Platon'un ifade ettiği gibi çeşitli formlar ve formların yeryüzüne yansıması film boyunca işlenmektedir. Bu bağlamda daha modern bir dil ve üslup ile yoğrulan filmde zıtların kavgası ve ahengi bazen rahat bazen de rahatsız edici bir yöntem ile kayda alınmıştır.

Kadim bir mesele olan bu kavramlar ve durumlar tarih boyunca felsefecilerin, düşünürlerin, yazarların, şairlerin ve sanatçıların eserlerine dönem dönem konu olmuştur. Yalınlığın zarafeti ve çirkinliğin estetiği gibi temalar çerçevesinde çeşitli sanat eserleri ortaya konulmuştur. Söz konusu filmi de bu tema bağlamında değerlendirebiliriz.

İbn Hazm, Güvercin Gerdanlığı (2014) isimli eserinde zıtlıklar meselesini şu cümleler ile ifade etmektedir.

Biliyoruz ki karşıtlar gerçekte aynı benzerlerdir. Yine biliyoruz ki nesneler sürekli karşıtlıkta en yüce noktalara ulaştıklarında ve ayrım noktasının en uç noktasına vardıklarında benzer olurlar.

İbn Hazm, Güvercin Gerdanlığı

Eşya ve hadiselere karşı farklı bir pencere açmamıza olanak sağlayan tezatlık sanatı, sanatı ortaya koyan insanın iç dünyasını ifade etme yolunda da önemli bir işlev görmektedir. İnsanlardan topluluklara, topluluklardan milletlere kadar geniş bir kümede düşünce ve duyguların ifade edilişinde birbirine karşıt kavramlar, olay ve durumlar zıtlık penceresinde bir araya getirilmiştir.

The Substance filminde işlenen ve yorumlanan konular anlamsal ve bağlamsal düzeyde tezatlardan oluşmaktadır. Yorumlanan zıtlıklar film boyunca birbiri arasında yer değiştirmekte, bazen birbirine yaklaşmakta bazen de birbirinden uzaklaşmaktadır. Bu durumu İbn Arabi'nin şu cümlesi ile ifade etmek mümkün olabilir.

Zıtlar birbirine o kadar yakındır ki, bir kere buluşabilseler bir daha ayrılmazlar.

İbn Arabi

Karşıtlar Birbirini mi Yaratıyor?

The Substance filminde işlenen ve filmin beslendiği bir başka mesele de  karşıtların birbirini var etmesi, birbirini yaratması durumudur. İyi olanın kötü olan ile varlığını devam ettirebilmesi, kötü olanın da iyi olan ile kendisine yer bulabilmesi bu durumun açık bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda her iyi olanın içinde bir kötülük, her kötü olanın da içinde bir iyilik barındırabileceği yorumlanmaktadır.

İnsan özelinden yönetim sistemlerine kadar bu durum varlığını gösterir. Var olmak ve var olma durumunu devam ettirebilmek için zıtlıkların birbirine ihtiyacı vardır. Filmde Demi Moore'un canlandırdığı Elisabeth Sparkle ve Sue karakterleri bu zıtlıklar hengâmesinin iki kutbudur. 

Film anlatısında aynı karakterlerin çok sayıda ve içerdikleri anlam bağlamında birbirinden farklı ruhların temsilcisi olması ve birbirine karışan bu formlar arasında zıtlıkların bulunması filmdeki heyecanı, gerilimi ve merakı diri tutan unsurlar arasındadır. Filmin kurgusu ve olay akışı incelendiğinde karakterlere giydirilen bu formların rastgele ve tesadüfi bir şekilde oluşturulmadığı, insanı olumlu ve olumsuz çeşitli yönleriyle bütünsel bir perspektif ile ele aldığı görülebilir.

Sonuç Yerine

Boylu poslu olmak saygı ve itibar görür, ufak tefeklik ise teklifsizlik. Aslında siyah gözler, daha çok yücelikle ilişkilidir; mavi gözler ve sarışınlık ise güzellikle. İlerlemiş yaş daha çok yüceliğin nitelikleriyle uyumludur; gençlikse güzelliğin nitelikleriyle uyumludur. Toplumsal konumlara göre belirlenen ayrımlarda da durum aynıdır; burada ortaya koyulan tüm durumlarda giysiler bile bu duygu ayrımıyla uyumlu olmalıdır. İri cüsseli kişiler, giyim kuşamlarında yalınlığa ya da en fazla ihtişama dikkat etmelidir; kısa boylular süslenip püslenebilir. Yaşlıya giyim kuşamda koyu renkler ve tek düzelik yakışır; genç, daha parlak renkli ve alacalı giysilerle ışıldar. Benzer yetkileri ve rütbeli olan sınıflar arasında, ruhban sınıfı en büyük yalınlığı, devlet adamları en ihtişamlı olanı sergilemelidir. Metresler istedikleri gibi süslenebilirler.

Immanuel Kant, Güzellik ve Yücelik Duyguları Üzerine Gözlemler

İnsan, hayatı kabul ederken ölümü reddederse, gençliği kabul ederken yaşlılığı reddederse, güzelliği kabul ederken çirkinliği reddederse, hayatı da gençliği de güzelliği de elinden yitirmiş olur. 

Yin ve Yang Kuramı'nda da belirtildiği üzere evrende de insanda da zıtlıklar birbiri içerisinde yaşamaktadır. Yine bu kuramın ifade ettiği bir başka nokta ise zıtlıkların zaman içerisinde birbirine dönüşebilir olmasıdır. 

Film boyunca belirtilen konularda dil ve anlatım yönü ile seyircisini etkisi altına almak isteyen yönetmen Coralie Fargeat, estetik bir unsur olarak zıtlıklar arasında simbiyotik bir ilişki kurmuştur. Kurulan bu ilişki Platon'un Formlar Teorisi çerçevesinde değerlendirildiğinde insanın özne olma durumundan nesne olma durumuna sürüklenen yolculuğu olarak yorumlanabilir. Üretim ve tüketim dengesinin alt üst olması ile birlikte ortaya çıkan "yeni insan" problemleri insanın bu yolculuğunda "nesne" olma durumunu beslemiştir. Özellikle yeni yüzyılda iletişim ve haber alma kanallarının çeşitlenmesi ve insanların her şeye hemen ulaşabilir noktaya gelmesi bu durumun ortaya çıkışında  etken olmuştur. Güzelliğin, gençliğin, başarının, zenginliğin, taklitçiliğin ve teşhirciliğin farklı yorumlanarak insanlara ve  toplumlara dayatılması, "mükemmel insan" olma yönünde zorlanması zıtlıklar arasında kurulan dengenin alt üst olmasına sebep olmuştur. Bu anlamda bu dengenin yeniden kurulması, insanın yeniden insan olma onurunu kazanabilmesi için talip olduğu formların hakikat ile temas etmesi gerekir. İnsanın hakikat ile teması onu yalınlaştırır ve yaşamını aşağı çeken fazlalıklarından arındırır. The Substance filmi bu bağlamda değerlendirildiğinde dil ve anlatım yönü ile rahatsız edici taraflarının olduğu bir yapım olsa da işaret ettiği ve gösterdiği manzaranın gerçekliği ile ilgiye değer bir film olduğu ifade edilebilir.

Eyüp Aktuğ
Serazat Edebiyat Dergisi, Sayı 8
Ocak-Şubat-Mart 2025

Paylaş:  

0 Yorum:

Yorum Gönder

Bloguma ziyaretiniz için teşekkür ederim. Bu içeriği beğendiyseniz paylaşabilir, yorum yaparak katkıda bulunabilirsiniz. Yeniden görüşmek ümidiyle...