20 Ağustos 2024

, , , , , , , ,

Foucault’nun “Büyük Kapatılma” Kitabından Hareketle “Buzlar Çözülmeden" Filmi Üzerine Bir Değerlendirme

Büyük Kapatılma kitabı ve Buzlar Çözülmeden filminin afişi

Cumhuriyet döneminin önemli oyun yazarlarından birisi de Cevat Fehmi Başkut’tur. Oyun yazarlığının yanında gazetecilik mesleğinde de bulunan Başkut 1942 yılında ilk oyunu olan Büyük Şehir piyesini kaleme almıştır. Büyük Şehir oyunu 1942-1943 sezonunda İstanbul Şehir Tiyatrolarında sahnelenmiş ve sanat çevresinin büyük ilgisi ile karşılaşmıştır. Yazarın en bilenen eseri ise Buzlar Çözülmeden oyunudur. Oyun bugün bile birçok tiyatro topluluğu tarafından sahnelenmektedir. Başkut’un oyunları Türk Sineması içinde ilgi uyandırıcı olmuştur. Buzlar Çözülmeden oyunu sinemamızda iki defa filme uyarlanmıştır. İlk uyarlama ayın isimle, oyunun yazıldığı yıl olan 1965 yılında Nejat Saydam tarafından yapılmıştır. İkinci uyarlama ise Deli Deli Küpeli ismi ile Kartal Tibet’in yönetmeliğinde 1985 yılında yapılmıştır. Her iki uyarlama da dönemin “askeri darbe” sonrası yıllarına denk gelmektedir. Söz konusu eser Türk tiyatrosu içinde önemli bir konuma sahiptir. Başkut eserinde komedi ve trajedi unsurlarını ustalıkla işlemiştir. Bu yönüyle politik metinlerin sıkıcı atmosferinden eserini uzaklaştırmayı başarmıştır.

Türk tiyatrosu ve Türk sineması arasında sıkı bir ilişki bulunduğu söylenebilir. Sinemanın karma yapısı göz önüne alındığında diğer sanat dallarıyla etkileşime oldukça açık olduğu ifade edilebilir. Bu bağlamda tiyatro, sinemanın ilk yıllarından itibaren kullanıma hazır hikâye ve oyuncu kaynağı oluşturmuştur. Tiyatro tarihinin sinema tarihinden çok daha eski olması sebebiyle sinema daima tiyatrodan beslenmiştir. Türk sinemasında bu ilişkinin yoğun olarak gözlemlendiği dönem 1950’li ve 1960’lı yıllardır. Buzlar Çözülmeden oyunu 1965 yılında ilk defa sinemaya uyarlandığında filmin başrollerini Fikret Hakan, Selda Alkor ve Reha Yurdakul paylaşmıştır. Çok yönlü bir sanatçı olan Fikret Hakan’ın sanat yaşamında önemli bir yere sahip olan filmde sanatçı, her role uyum sağlayabileceğini seyircisine kanıtlamıştır.

Yönetmen Nejat Saydam, filmin hikâyesini ortaya çıkarırken Cevat Fehmi Başkut’un oyununa sadık kalmıştır. Hikâyeye göre Buzlar Çözülmeden filminde ruh ve sinir hastalıkları hastanesinden kaçan bir deli, kaçış serüveninde bir kasabaya ulaşır. Hava soğuktur ve kış mevsiminin şiddetli yaşandığı bir dönemdir. Aynı zamanda kasabalı da kasabaya gelecek olan yeni kaymakamın yolunu gözlemektedir. Bu şartlarda kasabaya sığınan iki deliyi kasabalı yeni tayin olan kaymakam ve hâkim zanneder. Kış mevsiminin zor şartları altında gerçek kaymakam kasabaya ulaşana kadar kasabayı yöneten ve halktan yana bir tavır ortaya koyan deli, halk nazarında başarılı bir iş ortaya çıkarır.

Filmin hikâyesinin delilik kavramı ve akıl hastanesi üzerinden başlaması ve filmin gelişme – sonuç bölümlerinde toplumsal normlara, sosyal ve siyasal düzene eleştiriler getirerek akıllılık – delilik çatışmasında iktidarı ve gücü yeniden yorumlanması, filmin toplumcu gerçekçi yönünü ön plana çıkarmaktadır. Delilik kavramını “eleştirel delilik, entelektüel delilik” olarak yorumlayan film, psikolojik yönlerinden ziyade sosyolojik yönleriyle seyircinin ve çevrenin dikkatini çekmektedir. 

Akıl Hastanelerinden Açık Hava Tımarhanesine

Disiplinleriyle hastaneler, tımarhaneler, öksüzler yurdu, okullar, eğitim evleri, fabrikalar, atölyeler ve nihayet hapishaneler; bütün bunlar on dokuzuncu yüzyılın başında yerleştirilmiş ve hiç kuşkusuz sanayi toplumunun ya da kapitalist toplumun işleyiş koşullarından biri olmuş olan iktidarın bir tür büyük toplumsal biçiminin parçasıdır.

(Michel Foucault, Büyük Kapatılma, 123. Sf., Ayrıntı Yayınları.)

Sanayi Devrimi birçok kavramı yerinden ve yeni anlamlar yükleyen bir vakıadır. Sanayi devrimi ile birlikte faydacı yaklaşım güç kazanmış, bireycilik zayıflamış “genelin mutluluğunun” ön plana çıkmıştır. Liberal düşünce ile birlikte eylemler ve fikirler öz çıkarın korunmasına göre yeniden şekillenmiştir. Sanayi Devrimi ile birlikte hayatın içinde daha çok yer bulan bu anlayış, günümüzde insan ilişkilerinden ekonomik ilişkilere değin pek çok alanda yaşama yön vermeye devam etmektedir. Günümüzde etik ilkeler tartışılır hale gelmiş, kişisel çıkarlar karşısında toplumsal normlar göz ardı edilmiş ve anlamdan ziyade faydacılık gözetilmiştir. Yakın tarihte, 20. Yüzyıl felsefecileri arasında iktidar ve birey, toplum ve birey, güç ve birey arasındaki ilişkileri yorumlayan, çeşitlendiren felsefecilerden birisi de Michel Foucault’tur. Foucault, birçok eserinde bu ve bunun gibi konu başlıkları altında fikirlerini aktarmıştır. Bu eserlerden bazıları şunlardır. İktidarın Gözü, Özne ve İktidar, Biyopolitikanın Doğuşu, Tehlike Suç ve Haklar, Toplumu Savunmak Gerekir, Deliliğin Tarihi, Hapishanenin Doğuşu ve Büyük Kapatılma.

Foucault’nun önemli eserlerinden birisi olan Büyük Kapatılma, 17. Yüzyıl Avrupası’nı derinden etkileyen, Fransızların üniter ekonomik yapısından doğan değişim sürecini irdelediği eseridir. Yaşanan bu değişim çeşitli kurumlara (hastane, hapishane, okul vs…) kapatılan insanların denetimi ve gözetimi yoluyla sağlanmıştır. Böyle bir denetim mekanizmasının temel amacı ise burjuva düzenini bozma ihtimali olan pürüzlerin ortadan kaldırılması aynı zamanda mevcut otoritenin varlığını sürdürmesini sağlamaktır. İnsanları bir yere kapatma, hapsetme gibi durumların tarihçesi ortaçağa değin gitmektedir. Fakat kitlesel kapatmalar, hapsetmeler ilk defa söz konusu dönemde uygulanmıştır.

Büyük kapatılmanın gerçekleştiği asıl mekân insan ruhudur; akıl hastanesi, hapishane gibi normların dışına çıkmış ruhları terbiye edip iyileştirmek için var olan kurumlarsa bu büyük kapatılmanın karanlık yüzünü gizleyen sözde "insancıl okullar".

(Michel Foucault, Büyük Kapatılma, 19. Sf., Ayrıntı Yayınları.)

Mevcut düzenin sıhhati, işleyişi ve sürdürülebilirliği için aykırı seslerin susturulması, toplumda ön plana çıkan veya çıkma potansiyeli olan beyinlerin budanması gerekmektedir. Bu bağlamda kitleler üzerinde kurulan otoriteyi sürdürmek, birey üzerindeki baskıyı olağanlaştırmak ve toplumun oluşturan bireyler genelinde bir homojen bir denge kurmak amaçlanmaktadır. Kapatılmaya boyun eğmeyen insanların sayısının artması, bu insanların kapatılan diğer insanları örgütleyerek iktidar alanını daraltmaya çalışması mevcut düzenin devamlılığı için kabul edilebilir durumlar değildir. Bunun için akıl hastaneleri kullanışlı birer araç haline dönüşmüştür.

Dünya, yöneticileri psikologlar ve halkı da hastalar olan büyük bir tımarhanedir.

(Michel Foucault, Büyük Kapatılma, 126. Sf., Ayrıntı Yayınları.)

Filmdeki Karakterler, Özellikleri ve Temsil Biçimleri

1. Deli Kaymakam ve Deli Hâkim: 

Filmde akıl hastanesinden kaçan iki deli, sığındıkları kasabada kendilerini kaymakam ve hâkim olarak tanıttıktan sonra normal şartlar altında pek çok yöneticinin yapmakta zorlanacağı icraatları korkusuzca yapar. Kasabadaki genel manzara ise şu şekildedir. Yolsuzluk, stokçuluk, karaborsacılık, dolandırıcılık gibi sorunlar yüzünden halk mağdur olmaktadır. Yoksulluk ve yoksunluk sebepleri arasında bunun gibi pek çok sorun sıralanabilir. Bu düzeni oluşturanlara ve bu düzenden istifade edenlere karşı bir meydan okuma gerçekleştirilmektedir.

2. Deli Çavuş: 

Kendisini kaymakam ve hâkim olarak tanıtan iki delinin en büyük destekçisi Deli Çavuş olmuştur. Deli Çavuş üzerine giydiği eski ceketi ve cekete astığı pek çok madalya ile dikkat çekmektedir ve kendisinin bir savaş gazisi olduğu anlaşılmaktadır.

3. Murat Ağa, Mahmut Ağa ve Üç Karaborsacı:

Deli Kaymakam, Deli Hâkim ve Deli Çavuş’un mücadele ettiği karakterlerdir. Murat Ağa, Mahmut Ağa ve karaborsacılık yapan diğer üç karakter halka değişik tuzaklar kurarak sömürü düzeni oluşturan, sosyal – toplumsa düzeni ortadan kaldıran, zengin – fakir çatışmasını derinleştiren karakterlerdir. Dönemin eşraf ve bürokrat arasındaki ilişkiye çeşitli eleştiriler getiren film halka bozuk gıda maddesi satanları, bireyin sağlığını tehdit edenleri ve onun yaşam hakkına, insanca yaşama hakkına saygı duymayanları beyaz perdeye yansıtmıştır.

Filmde Eşraf – Bürokrat İlişkisi

Buzlar Çözülmeden filminde “cumhuriyet sonrası” dönemde yaşanan eşraf – bürokrat ilişkisine ya da işbirliğine çeşitli boyutlarda eleştiriler getirmiştir. Bürokrasinin hantal işlediğine, devlet – vatandaş ilişkisinde gereksiz pek çok iş ve işlem yapıldığına dair pek çok örnek vardır. Eşraf – Bürokrat ilişkisi ise aşağıda belirtilen diyaloglarda işlenmektedir.

Murat Ağa: 

“Vali Beyle içtiğimiz su ayrı gitmez. İstersen sor kendisine. Üstelik bu vilayetin bütün mebusları yakınlarımdır. Elbet beni koruyacaklar, elbet hakkımı arayacaklar, icabında kalkıp ta Ankara’ya kadar gideceğim. Bu kasabanın en ileri gelen eşrafından Hacı Muradı hiçbir günahı yokken tevkif etmek ne demekmiş göstereceğim onlara.”

Merkezden uzak bir taşra kasabasında halkın sıkıntılarını yansıtan film, insanların haklarını arayamayışlarını konu edinirken, halkın eşraf ve bürokrat karşısında çaresiz kalmasını, yaşam hakkının güçlüye tanınmasını ve güçsüz insanların en temel insani ihtiyaçlardan dahi yoksun – yoksul bırakılmasını vurgulamaktadır. 

Film dönemin sosyal gerçekliğine büyük ölçüde sadık kalmıştır. Yıllarca akıllı yöneticiler ile yönetilen kasabada güçlü eşraf bir türlü sindirilememiştir. Fakat zorlu bir kış mevsiminde bir akıl hastanesinden kaçıp kaymakamlık binasına sığınan iki delinin kaymakam ve hâkim zannedilmesi ve daha iyi bir yönetim anlayışı ortaya koymaları filmin trajikomik tarafını yüceltmektedir.

Filmde Sosyal ve Siyasal Ortam

Dönemin sosyal, kültürel ve siyasal ortamı göz önüne alındığında suç ekolojisi ve sosyal çevre arasında birbirini destekleyen bir ilişkiden söz edilebilir. Bu bağlamda ilişkinin yorumlanması için çeşitli değişkenleri göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Fakirlik, nüfusun bir yerden başka bir yere göçü, toplumsal sınıfların heterojen dağılımı, aile birliğinin sürdürülememesi, köyden kente göçün hız kazanması sosyal düzensizliği artıran, toplumsal kaosa ortam hazırlayan faktörlerdir. Bu teorinin filmde dikkat çeken çeşitli yansımaları olmuştur. Bu yansımalardan bazıları şu şekildedir.

1. Bürokratlar toplumun refahı için kararlar almak yerine, eşrafın kişisel çıkarlarını artırmaya yönelik kararlar almaktadır.

Murat Ağa: 

“Vali beyle içtiğimiz su ayrı gitmez. İstersen sor kendisine. Üstelik bu vilayetin bütün mebusları yakınlarımdır. Elbet beni koruyacaklar, elbet hakkımı arayacaklar, icabında kalkıp ta Ankara’ya kadar gideceğim.”

2. Kamu kaynaklarının israf edilmesi, tedbirsizce harcanması söz konusudur.

Deli Kaymakam:

“Yalnız dilekçeyi değil bütün bu kaydı, kuydu, bütün bu dosyaları, bütün kırtasi muameleleri de kaldırıyorum. Artık masalarda hokka, kalem, kâğıt bulunmayacak. Artık varide, sadıra defterleri olmayacak. Artık dosyalar tutulmayacak, anladın mı, bu kat’i emirdir Kâtip.”

3. Bürokratların mevkilerini korumak, çeşitli makamlara ulaşmak için başvurduğu çeşitli yollara değinilmiştir.

(Deli Kaymakam, Tahrir Kâtibine makam koltuğuna işaret ederek konuşmaya başlar.)

“Otur diyorum. Korkma. Başka iskemlelerden hiç farkı yok, o iskemleye oturmakla kaymakamın şeref ve haysiyetine leke sürmezsin. Ben şeref ve haysiyetimi iskemleden değil kendi şahsımdan alırım.”

Sonuç Yerine

Dünyada tarihinde dönem dönem iktidar biçimlerinde değişimler yaşanmıştır. İktidar biçimlerinde yaşanan bu değişimler insanın çevresiyle olan dengesini de etkilemiştir. Örneğin 19. Yüzyıl insan üzerinde iktidar kurma, otorite oluşturma çabalarının yoğunlaştığı bir dönem olmuştur. Özellikle ekonomik sebeplere bağlı olarak gerçekleşen bu değişimler insanın insanla ve toplumla olan ilişkisinde yeni normların oluşmasına sebep olmuştur. Disipline edici bir tutum ve yönelimle iktidar alanı genişletilmeye çalışılmıştır.

Michel Foucault’nun Büyük Kapatılma eserinde de belirtildiği üzere mevcut düzenin işleyişine ve sürdürülebilirliğine tehdit unsuru olarak görülen insanları toplumun içinden çıkarmak, pasifize edileceği bir alana kapatmak gerekmektedir. Buzlar Çözülmeden (1965) filminde de kasabadaki eşraf – bürokrat arasındaki ilişkiyi ortadan kaldıran, toplumun sağlığı ile oynayanlara, karaborsacılara, tefecilere, rüşvetçilere, yolsuzluk yapanlara karşı bir refleks geliştiren “deli” kaymakam nihayet mevcut düzenin işleyişine çomak sokmuştur. Eşrafa karşı halktan yana bir tutum ortaya koyan kahraman, toplumda öne çıkan bir kişilik, insanları örgütleyen ve budanması gereken bir beyin olarak filmde kendisini göstermiştir. “Her şeyi düzeltecek, hali hazırdan daha iyi noktaya ulaştıracak bir kurtarıcı” fikrinin beyaz perdeye aktarıldığı film bu yönü ile ideal toplum ve ideal devlet tasarısını ifade etmektedir. Cevat Fehmi Başkut’un oyununda da Nejat Saydam’ın filminde görünür hâle gelen bu fikir siyasal erklerin kaynağını ve meşruiyetini sorgulatmaktadır.

Filmin son sahnesi değerlendirildiğinde Deli Kaymakam kısa sürede halkın çözüm bekleyen sorunlarını çözmeye başlamış ve fakat buzlar çözülüp gerçek kaymakam ve heyeti kasabaya ulaşınca Deli Kaymakam ve Deli Hâkim yeniden akıl hastanesine kapatılmıştır. Anlatılan sorunlar ve problemler bir çözüme ulaştırılmamıştır. Öyle ki mevki, makam ve güç sahibi olan yöneticilere karşı halkı bir kurban olarak resmeden film, mevcut düzendeki bütün olumsuzlukların kaynağını otorite olarak işaret etmektedir.

Sonuç olarak Buzlar Çözülmeden filmi Michel Foucault’nun “Büyük Kapatılma” kitabı ile birlikte değerlendirildiğinde benzer taraflar görülmektedir. Her iki eserde de kamu kaynaklarının ve otoritenin sömürüldüğü, bu kaynakların ortaya çıkış amacı dışında kullanıldığı görülmektedir. Toplumun sağlığı ve selameti adına delilerin akıl hastanelerinde kilit altında tutulması, dışarıdaki akıllıların ise toplumun sağlığı ve selametine zarar veren uygulamaların içinde bulunması ironik bir tezatı ortaya koymaktadır.

Eyüp Aktuğ
Serazat Edebiyat Dergisi
Temmuz - Ağustos - Eylül 2024, Sayı 7
Paylaş:  

0 Yorum:

Yorum Gönder

Bloguma ziyaretiniz için teşekkür ederim. Bu içeriği beğendiyseniz paylaşabilir, yorum yaparak katkıda bulunabilirsiniz. Yeniden görüşmek ümidiyle...