"Woyzeck" ve "Suç ve Ceza" kitapları |
Georg Büchner, modern Alman tiyatrosunun çok şey borçlu olduğu bir oyun yazarı. Büchner, iktidar, güç ve birey arasındaki ilişkiyi aydınlanma düşüncesi bağlamında Woyzeck oyununda ele almıştır. 19. yüzyılda romantizm ve idealizmin etkilerinin yoğun olarak hissedildiği Almanya’da modern insanın problemlerini çarpıcı bir dille eserine aktaran Büchner’in kurgusal evreninde modern insan “şey ve özne” arasında bir yerdedir. Bu dönemde aydınlanma düşüncesi ile materyalizm ve pozitivizm yükselmiş, insan zincire vurulmuş olsa bile fikirleriyle hür kalabildiği anlaşılmıştır. Fakat Büchner eserlerinde insanın hür iradesinin elinden alındığını ifade etmektedir. Bu doğrultuda Woyzeck oyununu değerli kılan, onu Alman romantizminin ve idealizminin dışında değerlendirmemizi sağlayan belki de en önemli unsur insanı tüm çıplaklığıyla ortaya koymaya çalışmasıdır. Şara Sayın “Devrimci Dram Yazarı Georg Büchner s. 121” kitabında yazarın bu yönünü şu cümlelerle ifade etmektedir. “Zincire vurulmuş olsa bile hürdür insan diyen Schiller’in aksine, Büchner insanı fatalizmin ve determinizmin esiri olarak görür. İpleri bilinmeyen güçlerin elinde birer kukla olan Büchner’in insanlarının ‘Ben’leri, kişilikleri yoktur.” Şara Sayın’ın ifadelerinden de anlaşılacağı üzere Büchner’in yazın dünyasında ‘ben’ler, kişilikler ve ‘kurtarıcı’ kahramanlar yerine ‘karşı-kahraman’ diğer bir deyişle ‘anti-kahraman’ insanlar yer almaktadır. Woyzeck’in başkarakteri olan Franz Woyzeck, bu anlamda edebiyatta anti-kahraman imaja örnek teşkil eden ilk karakterlerden birisidir.
Bu bağlamda Georg Büchner’in Franz Woyzeck ve Fyodor Dostoyevski’nin Rodion Raskolnikov karakterlerinin anti-kahraman imajları “kişilik, ahlak ve toplumsal norm” ekseninde değerlendirilebilir.
Bir Anti-Kahraman Olarak Woyzeck ve Raskolnikov
Geleneksel metinler incelendiğinde kahramanların daima güçlü, korkmayan, üyesi bulunduğu toplumun değerlerini koruyan, fedakâr olarak kurgulanıp okura sunulduğu çok defa gözlenmiştir. İşin merkezinde daima kahraman olarak sunulan karakter vardır. Olayın akışı içerisindeki en önemli karakter kahramandır ve öyle ki kahramanı ortaya koymak için diğer karakterler gölgelenebilir. Bu çerçevede kahraman olgusu “anti-kahraman” olgusuna bir zemin oluşturmaktadır. Anti-kahraman imajı çizen bir karakterin özelliklerini ortaya koyarken onu kahraman imajının tam tersi olarak yorumlamak isabetli olmayacaktır. Bu sebeple anti-kahraman karakteri yaşadığı çevrenin, bulunduğu toplumun çeşitli saikleriyle kendisini çemberin dışında bulmuş, ötekileşmiş veya ötekileştirilmiş bir kahraman olarak tanımlanabilir. Anti-kahramanların çeşitli özellikleri göz önüne alındığında onun salt kötü olmadığı görülecektir. Anti-kahramanlık siyah ile beyaz arasında kalan bir grilik olarak da yorumlanabilir. Bu açıdan iyi davranışlar sergileyen anti-kahraman kötü davranışlarda ortaya koyabilmektedir. Okur ise bu tür eserlerde kendisi ile anti-kahraman karakterleri daha kolay özdeşleştirebilecektir. Hayata yakınlığı ile ön plana çıkan bu karakterler okurun iç dünyasında daha kolay yer bulabilmektedir.
Yaşanmış bir olaydan mülhem olarak kurgulanan oyun, 19. yüzyıl Avrupası için açık bir yarayı bulundurmaktadır. Woyzeck toplum tarafından yaralanmış, hür iradesi elinden alınmış ve akli dengesi ile oynanmış bir karakterdir. Oyunda toplum tarafından suç ile buluşturulan birey yine toplum tarafından cezalandırılmıştır. Friedrich Nietzsche “Ahlakın Soykütüğü Üzerine” kitabında ilk bölümünde Efendi – Köle Ahlakı konusu işlenmiştir. Nietzche, kitabında ahlakı iki temel üzerinde yorumlamıştır. Efendi ahlakını bir eylemin sonucunun iyi ve kötü olmasına göre oturturken, köle ahlakında bir niyet ölçeğinden söz etmektedir. Franz Woyzeck ise Nietche’nin ahlaki tanımına göre “köle ahlakı”na sahip bir karakterdir. Oyundaki erk sahiplerinin Woyzeck ile kurduğu ilişki incelendiğinde Franz Woyzeck’in yönetilen, uysallaştırılan, çeşitli metotlar ile farklılıkları ortadan kaldırılıp herkesleştirilen bir insan olduğu anlaşılacaktır. Böylece özünden uzaklaşan, en temel insani değerlerden yoksunlaştırılan, iradesi elinden alınan ve öz varlığını temsil edemeyen bir tip ortaya çıkmaktadır. Tasvir edilen dünyanın “Woyzeck s.16-17” oyununda betimlenmesi şu şekildedir. “Büyükanne: Gelin bakalım, yumurcaklar! ... Bir zamanlar yoksul bir çocuk varmış, annesi de yokmuş, babası da, herkes ölmüş, hiç kimse kalmamış yeryüzünde. Herkes ölmüş, çocuk da gece gündüz aranmış durmuş. Bakmış yeryüzünde kimse yok, o da gökyüzüne çıkmak istemiş, Ay dede ahbap ahbap göz kırpmış ona; sonunda Ay dedeye vardığında bakmış, Ay dede çürük bir tahta parçası. Bunun üstüne kalkmış güneşe gitmiş, güneşe vardığında bakmış, güneş solmuş bir kasımpatı. Yıldızlara vardığında bakmış, yıldızlar da küçük, parlak sinekler, çaylağın onları yaban eriği ağacına taktığı günden beri sallanıp duruyorlarmış orada. Bunun üstüne yeryüzüne geri dönmek istemiş, ama yeryüzü devrilmiş bir oturağa benzemişmiş. Tek başına kalmış çocuk. Oturmuş bir yere, ağlamış, hâlâ da orada oturuyor, hem de yapayalnız.” Büyükanne karakterinin bu konuşması yalnızlaşan, arayan, aradığını bulamayan, bulduğuna razı olamayan ve kendisini düzenin dışında bulan insanın serüvenini açıklar niteliktedir.
Fyodor Dostoyevski ise Rodion Raskolnikov karakterini ortaya çıkarırken Büchner’in Franz Woyzeck karakterindeki gibi benzer anti-kahraman özellikleri üzerinden kurgusunu ilerletmiştir. Dostoyevski’nin ilk kitabı olan İnsancıklar ile başlayan (1846) yazın hayatında ruhbilimsel cephesiyle zengin eserler ortaya koymuştur. Öteki, Ev Sahibesi, Suç ve Ceza Ecinniler, Ezilenler, Kumarbaz ve Karamavoz Kardeşler –hayatının zirve romanı– gibi başlıca eserlerinde kurguladığı karakterler birbirinden farklı olsa da “öz ve acı” itibariyle ortak bir bilinci paylaşmaktadır. Eserlerinde bu karakterler ve bakış açıları değişse bile arayış aynıdır. Birinci Sanayi Devrimi’nin sosyal sonuçları arasında yer alan kimlik problemi yazarın eserlerinde görülmektedir. Sonraki yüzyıl olan 20. yüzyılda da modern insanın kimlik arayışı, kendine ve topluma karşı yabancılaşması çeşitli yazarlar tarafından işlenmiştir. Alber Camus’nun “Yabancı”sı, Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam”ı, William Faulkner’in “Ses ve Öfke”si anti-kahraman karakterlerin benzer arayışlarda bulunduğu eserlere örnek olarak verilebilir.
Suç ve Ceza’da ise bu arayışı sürdüren başat karakter Raskolnikov’dur. Raskolnikov, varlığını bir başkasının varlığına ihtiyaç duymadan sürdürebilmek için verdiği mücadelesinde güçlü olmak istemektedir. Nietzsche’nin Efendi ve Köle Ahlakı olarak çerçevelediği ikilemi yaşayan karakter, kendisini topluma karşı ifade ederken iki ahlaki olgu arasında gidip gelmiştir. Raskolnikov’un yaşamış olduğu bu ikilem karşısında çevresinin ona karşı tutum ve davranışlarında da değişimler gözlenmektedir. Raskolnikov, köle ahlakına bağlı karakter ile ortaya çıktığında insanların kendisine acıdığı görülmektedir. Netice olarak kendisinden nefret etmeye başlayacak ve kendisine duyduğu bu nefret Raskolnikov’u “efendi ahlakına” bağlı yönünün ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Efendi ahlakına bağlı karakter ortaya çıktığında ise toplum tarafından hastalıklı ve tehlikeli fikirlere sahip olan birisi olarak değerlendirilmektedir. “Suç ve Ceza s. 265” kitabında karakterin bu ikircikli hali şu şekilde ifade edilmektedir. “Gönlü yücedir, iyi yüreklidir, düşüncelerini dile getirmeyi sevmez, yüreğindekileri açığa vurmaktansa şiddete başvurmayı yeğler. Ama bazen hiç de kuruntulu değildir, sadece soğuk ve acımasız denebilecek derecede duygusuzdur. Doğrusunu isterseniz, birbirine ters iki ayrı karakter yer değiştirir gibidir onda.”
Katilin Kurbana Dönüşümü
Woyzeck ve Raskolnikov karakterlerinin düşünsel arka planlarının birbirine benzerlik gösterdiği söylenebilir. Söz konusu bu benzeşim düşünsel anlamda olduğu gibi olay akışında da gözlenebilmektedir. Franz Woyzeck ve Rodion Raskolnikov karakterlerinin gerçekleştirdikleri kanlı eylemler bu benzerliklerden birisidir. Bu bağlamda eserlerin üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken cephelerinden birisi de karakterlerin gerçekleştirdikleri bu kanlı eylemlerdir. Bu eylemler, içinde bulundukları sosyal gerçekliğe karşı duydukları öfkenin, bastırılmanın, linçe uğramanın, küçülmenin bir yanıtı olarak değerlendirilebilir. Her iki karakterde bizzat yazarları tarafından bilişsel ve duyuşsal bir boşluğun içine mahkûm edilmiştir. Bu mahkûmiyetin sonucunda başat karakterler güçlü bireyler olmaktan uzaklaşmış, kimliğini ve hafızasını yitiren, iradesini kaybeden, şey ile özne arasına sıkışan kimseler haline gelmiştir. Varlığını ve kimliğini erke kabul ettirmek isteyen, bunun için çeşitli yollar arayan karakterler toplumsal çevreleri tarafından suç ile buluşturulmuştur. Yaşam karşısındaki çaresizliğin konu edinildiği birçok eserde bu durum gözlenebilmektedir. Roman ve tiyatroda olduğu gibi sinemada da benzer anti-kahramanlar ve benzer dönüşümler yaşanmaktadır. 1970’te gösterime giren, Yılmaz Güney'in Cabbar karakterini oynadığı “Umut” filmi ve 1979’da gösterime giren, Kemal Sunal’ın Mülayim Sert karakterini oynadığı “Korkusuz Korkak” filmi bu çerçevede değerlendirilebilir.
“Woyzeck” oyununda ve “Suç ve Ceza” romanında anti-kahramanların ve dramatik yapıların çeşitli yönlerle birbirine benzediği söylenebilir. Yazarların boşluğa mahkûm ettiği her iki karakter de çevresince günah keçisi ilan edilmiş kişilerdir. Olaylara konformist yaklaşamayan, uyum sağlayamayan, bulunduğu çevreye adapte olamamış bu karakterler benzer trajik sonları yaşamıştır. Anti-kahramanlar, iyi bir sonuca ulaşmak için kötü işler de yapabilen kişiler olarak nitelenebilir.Her iki eserde de zaman içerisinde katilin kurbana dönüşümüne tanıklık etmekteyiz. Bu dönüşümün gözlendiği bir başka eser ise Dönüşüm… Sonraki yüzyılın başında Franz Kafka’nın “Dönüşüm” kitabında tanıdığımız Gregor Samsa karakterinin de anti-kahraman imaja uyduğu görülmektedir. Adı geçen karakterler, arayışları boyunca düşman kabul ettiği kişiler veya topluluklar ile savaşsa da bir süre sonra kendi kendilerine düşmanlık beslediği görülmektedir. Necip Fazıl Kısakürek’in “Bir Adam Yaratmak s. 70” kitabında konuşan Hüsrev’in şu sözleri sözü edilen bütün arayışları özetler mahiyette. “Ben ne yaptım? Bir hududu zorladım. Kendimin dışına çıkmak isterken kendime rast geldim.”
Serazat Edebiyat, Eylül - Ekim 2022, Sayı 2
0 Yorum:
Yorum Gönder
Bloguma ziyaretiniz için teşekkür ederim. Bu içeriği beğendiyseniz paylaşabilir, yorum yaparak katkıda bulunabilirsiniz. Yeniden görüşmek ümidiyle...