Erbain ve Palyatif Toplum Günümüzde Acı kitapları |
Toplum ve toplumu oluşturan parçalar üzerine yapılan çalışmalar incelendiğinde toplumların gelişmiş, gelişmekte ve gelişmemiş olarak sınıflandığı görülebilir. İnsanlık tarihi göz önüne alındığında yönetim şekillerinden, insan ilişkilerine, sanat anlayışlarından, etik değerlere kadar pek çok alanda ekonomik faaliyetlerin etkisi gözlenmiştir. Toplum yaşamında önemli yere sahip olan bu unsurlar üretim ve tüketim dengesine göre şekillenmektedir. Bu durumu neden – sonuç ilişkisi içerisinde değerlendirebilmek ve örnekleyebilmek adına “Sanayi Devrimi” ve sonrasında yaşananlar incelenebilir. 18. yüzyılda, İngiltere’de kendisini gerçekleştiren “Sanayi Devrimi” ile yeni bir döneme geçilmiş oldu. Sözü edilen bu dönemde el sanatlarının ve küçük atölyelerin yerini seri üretim ve büyük fabrikalar aldı. Yine bu dönemde kırsal bölgelerde yaşayan insanlar şehirlere göç etmeye başladı. Böylece tarıma dayalı ekonomik düzen değişti. İşçi sınıfı gibi yeni toplumsal sınıflar ortaya çıkmaya başladı. Günümüz dünyasında insanı ve toplumu yorumlayış biçimi böylece şekillenmiş oldu.
Dönemin Avrupasında başlayıp dünyanın kalan kısmını da etkileyen bu “kırılma” sonraki kırılmaların ilki oldu. 19. yüzyılda “II. Sanayi Devrimi” ile insanlar petrolü işlemeyi başardı. Günlük hayatta kullanılan hemen her şey petrole bağımlı hale geldi. 20. yüzyıla gelindiğinde “III. Sanayi Devrimi” başladı. Bilgisayarların ve buna bağlı diğer teknolojilerin insan yaşamına müdahil olduğu bu dönemde “küreselleşme” kavramı ile tanışıldı. Milenyumdan sonra ise internet teknolojisi çok hızlı gelişti ve yayıldı. İnsanların bireyselleştiği, toplumsal sınırların ortadan kalktığı, bilginin yayılımının ve bilgiye ulaşımın çok kolay hale geldiği bir döneme geçildi. “IV. Sanayi Devrimi” yahut yaygın kullanımı ile “Endüstri 4.0” olarak nitelenen bu dönem, modernizm, postmodernizm, konformizm ve nonkonformizm gibi bazı kavramların düşün dünyamızdaki yerini sağlamlaştırmış oldu.
Genel hatlarıyla çizdiğim bu manzara karşısında günümüz insanına, toplumuna, geçmişe, geleceğe, üretilenlere, tüketilenlere, kazanılanlara ve kaybedilenlere karşı bir değerlendirme yapmak istiyorum. Bu değerlendirmeyi yaparken İsmet Özel’in “Esenlik Bildirisi” şiirinden hareketle Byung-Chul Han’ın “Palyatif Toplum Günümüzde Acı” kitabını inceleyeceğim.
Ehilleştirilmiş İnsan
İnsan bu dünyaya geldiği andan itibaren var olma mücadelesi ile başbaşa kalmıştır. İnsanın varlığını sürdürmek adına giriştiği bu mücadele, onun maddi ve manevi dünyasında çeşitli kapılar açmıştır. Canlılar yaşamlarını devam ettirebilmek adına bulunduğu çevreye uyum sağlamak zorundadır. Biyologların adaptasyon olarak nitelediği bu durum, toplum bilimciler tarafından insana ve topluma yordandığında “konformizm” olarak karşımıza çıkar. Konformizm, insanın bulunduğu çevreye uyum sağlama eğilimidir. Günümüzde hemen herşeyin hızla değiştiği, evrildiği ve dönüştüğü bir dönem tecrübe edilmektedir. Bu bağlamda modernizmin sonuçları arasında konformist insan tipinin oluşması da görülebilir. İsmet Özel’in çağdaşı olan şairlerden Turgut Uyar, “Korkulu Ustalık (s. 158)” kitabında konformizmi şu şekilde özetler. “Herkes birbirinin örneği olmayı hiçbir çağda bu kadar istemedi. Yeni dünyanın gerçekleşmesi yakın belki de. Birörnek giyimler, birörnek şarkılar, birörnek aşklar. Uçaklar, radyolar, sinemalar, durmadan birbirimize benzetmeye çabalıyorlar. Kişiliksiz bir yaşamayı, baş tacı ettik.” Uyar’ın bu ifadeleri ile konformist insan tipine karşı çok çeşitli eleştiriler getirelebilir.
Peki konformizmin karşısına bir antitez halinde sunula nonkorformizm nedir? Nonkonformist insan tipi ise bireyselliğini oluşturmak ve sürdürmek hedefiyle hiçbir kuralı tanımamaktadır. Konformist yaklaşım bir toplumun parçası olmak uğruna kişiliği olmayan bir hayata razı geliyorsa, nonkonformist yaklaşım ise sosyal yaşamda sahiplenilecek hiçbirşeyin olmadığını söylemiş ve toplumun karşısına hiper-bireyciliği konumlandırmıştır. Şahsiyetini arayan, inşa etmeye çalışan ehilleştirilmiş insan, modernleşmenin paradokslarını yaşamaktadır. Michel Foucault, “Söylemin Düzlemi (s. 7)” kitabında bu paradoksu şöyle açıklar. “Modern düşünce insanın diğerinin kendisiyle aynı olmak zorunda bulunduğu yönünde ilerlemektedir.” Bu çağda insanın değeri diğerine kıyas ile ortaya konulmaktadır.
Acı Duymak Ruhun Fiyakasıdır
Gelenek ve modernizm arasında bir çatışma halinden söz edilebilir. Varlığını sürdürmek isteyen gelenek ile büyük bir süratle her şeye nüfuz eden modernizm arasındaki bu rekabeti başta edebiyat olmak üzere diğer sanat dallarında da görmek mümkündür. İsmet Özel’in modernizme karşı eleştirilerini okuruyla paylaştığı “Üç Zor Mesele (s. 173)” kitabında içinde yaşadığımız medeniyete dair görüşlerini şöyle açıklar. “İçinde yaşadığımız medeniyet insanlık onurunun, insanın olumlu sayılabilecek değerlerini ayaklar altına alındığı, münasebetlerin mekanikleştiği, anlayış derinliğinin günden güne azaldığı, tabiatla olan münasebetlerin çarpıklaştığı, ihtirasların, nevrozların hastalıklı zihinlerin yayılmak, nüfuz etmek için çok geniş alanlar bulduğu, bir tarafta tatmin vasıtalarının azgınlık derecesine varmasına mukabil, aynı vasıtalara özlem çekenlerin mahrumiyetten kavurdukları her haysiyetli ve dürüst insanı bunaltacak, kuru, çorak bir mahiyettir. Belki bütün medeniyetin duçar olduğu ruh çoraklığıdır bu.”
İsmet Özel, modernizme, konformizme ve yabancılaşmaya dair eleştirilerini şiirlerine de yansıtmakta. Özel, “Esenlik Bildirisi” şiirinde insanlığın esenliği, sıhhatı ve selameti için okuruna bir teklif götürmektedir. Bu teklif üretim ve tüketim arasındaki dengenin korunmasıdır. İsmet Özel’in şiirinde şehir ve şehrin insanı netameli bir meseledir. Modernite ile büyük şehirlerde ehilleştirilen insan, kendisine dayatılana razı olmaktadır. İnsanlar arasında geçer akçenin çıkarcılık, acımasızlık, vandallık ve haksızlık olduğunu ifade eder. Şair şiirde paketlenmiş duygulardan, gazetelere ve patronlara yenik düşmüş şiirden, tecime elverişli ruhlardan, kıymeti düşürülmüş sözlerden bahseder. Bütün bunların karşısında acı duyan, susan ve sabreden insanın artık öcalma vakti gelmiştir.
Şair şiirinde “Yargı kesin: Acı duymak ruhun fiyakasıdır” mısrasıyla insanı insan yapan duygular arasında “acı” duymanın da bulunduğunu belirtir. Fabrikaların, sermaye sahiplerinin, gazetelerin, televizyonların, reklamların insana öğrettiği şey de tam olarak bu değil midir? Acı korkusu... Farkına varmak acı duymayı da beraberinde getirir. Çevresinde olup biten şeylere karşı kayıtsız kalmayan insan acı duymaya başlar. Acı duymak ve bunu bir bilinç dairesinde yaşamak, ruhun fiyakası olarak tarif edilen şeyin ta kendisidir. Haksızlığa, acımasızlığa, her şeyin ticaretinin yapılabilir olmasına karşı öfkelenmek insanın rahatını kaçırmaktadır. Modernitenin getirdiği sonuçlardan birisi de bu değil midir? Maslow’un “İhtiyaçlar Hiyerarşisi” ismini verdiği piramidin birinci basamağını “güvende olmak ve beslenmek” ihtiyacı oluşturmakta. Bu yüzden elinde mevcut bulunan imkan ve ikbalini kaybetmek istemeyen, öngöremediği durumlarla karşılaşmak istemeyen insan “mutluluk” halinin devamı için acıdan kaçınmaya çalışacaktır. Byung Chul Han ise kitabında (s. 13) bu durumu şöyle değerlendirir. “Bana acıyla ilişkini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim! Ernst Jünger’in bu sözü bir bütün olarak toplum için de geçerli sayılabilir. Acıya karşı tavrımız nasıl bir toplumda yaşadığımızı ortaya koyar. Acılar şifrelerdir. Söz konusu olan toplumu anlamanın anahtarını tutarlar ellerinde. Bu nedenle her toplum eleştirisi acının yorumbilimini sunmak durumundadır. Acıları salt tıbba bırakırsak imleme niteliklerini göz ardı etmiş oluruz.”
Edebi metinlerde işlenen ve toplum bilimcilerce tartışılan bu kavram sinemada da kendisine yer bulmuştur. Charlie Chaplin’in makineleşmeyi ve sanayileşmeyi ağır şekilde eleştirdiği “Modern Times” filminin üzerinden neredeyse yüz yıl geçti. Film, Amerika Birleşik Devletleri’nin 1930 yılında yaşadığı büyük ekonomik buhranı ve sonuçlarını konu edinmekte. Frederick Winslow Taylor’un ortaya koyduğu endüstriyel çalışma düzenine karşı eleştiriler getiren film, grev ve örgütlülük gibi kavramlara da değinmektedir. Filmi, “endüstri ve bireysel teşebbüsün hikayesi” olarak niteleyen Chaplin, film boyunca mutluluğu bulma mücadelesi vermektedir. İsmet Özel’in “Esenlik Bildirisi” şiirinde de şahit olduğumuz bu mücadele, aynı acının üzerinde sürdürülmektedir.
Ne Öğrendiysek Acı Sayesinde Öğrendik
Yaşadığımız çağ acı kelimesini tam da yaşamın ortasına almakta. Fakat sahip olduğumuz imkânları elimizden yitirmemek adına bize biçilmiş olan mutluluklara var gücümüzle sarılıyoruz. Anlatacak hikayesi, söyleyecek sözü olan insanlar hikayelerini ve sözlerini birazda yaşadıkları acılara borçlu. Sözü edilen acı kelimesini sadece tıbbi bir terim olarak yorumlamak yanlış olacaktır. Acı kelimesinin anlamsal katmanlarına yönelmek, onun üst bir bilişe kapı açan bir duygu durumu olduğu ortaya çıkarmakta. Acıdan kaçmak ve daima mutluluk halinin süreğenliğini istemek bahsi edilen üst bilişe ulaşmanın önünde bir engel olarak görülebilir.
Byung Chul Han’a göre özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra birçok kavramın anlamında önemli değişiklikler meydana geldi. Çevresiyle etkileşen, çevresini etkileyen ve etkilenen insan bu değişim sürecinin tam olarak ortasındaydı. Byung Chul Han, bu noktada mazoşist insan tipinden söz etmiyor. Sözü edilen durum, acılarımızın bize ifade ettiği anlamında meydana gelen değişimdir. “Palyatif Toplum Günümüzde Acı” kitabının başında paltatif kelimesinden söz edilirken, kelimenin etimolojik kökenine kadar gidilmekte. Bu kelime “pallium” ve “palliare” sözcüklerinden türemiştir. Pallium kelimesi manto anlamında kullanılırken, palliare kelimesi ise paltoyla örtmek anlamında kullanılmaktadır. Kelimenin altında yatan bu iki anlam tıp literatüründe de bu kelimeye benzer bir kullanım getirmiştir. Öyle ki artık tedavi edilme imkanı kalmayan hastaların en azından acılarını dindirmek yolunda planlanan tedavi “palyatif tedavi” denilmektedir. Artık ümidin kesildiği, neticenin büyük olasılıkla tahmin edildiği durumlarda kullanılan palyatif tedavi, hastanın en azından ömrünün son demlerini konfor içinde geçirmesini sağlamaktadır. Byung Chul Han ise palyatif kelimesinden destek alıp, acıdan kaçınan, acı korkusu yaşayan insan tipini tarştışmaktadır.
Algofobiden Olumluluk Toplumuna
On bir konu başlığından müteşekkil olan kitap “Algofobi – Acı Korkusu” bölümü ile başlıyor. Algofobinin bir acı korkusu olduğunu ifade eden Byung Chul Han kitabında (s. 14) sözünü ettiği bu duygu karmaşasını şu şekilde değerlendirmektedir. “Günümüzde her yerde algofobi, genel bir acı korkusu hâkim. Acı toleransı da hızla düşmekte. Algofobi sürekli-anesteziye yol açtı. Acı yaratacak her durumdan kaçınılıyor. Aşk acılarına bile şüpheyle bakılmaya başlanmıştır artık. Algofobi toplumsal alana da uzanır. Acı verici tartışmalara yol açabilecek çatışma ve fikir ayrılıklarına ve çatışmalarına giderek daha az yer verilmektedir.”
İnsanlar acı ile yüzleşmekten, fikir ayrılıkları yaşamaktan, tartışmaktan, karşı durmaktan, aksini iddia etmekten kaçınmaktalar. İnsanların yaşadığı bu kaçınma hali karşısında televizyonlar, gazeteler, radyolar ve sosyal medya kanalları tarafından “pozitif düşünme” telkinleri yapılmaktadır. Böylece her konuda pozitif düşünen, hayatı ve hayatta olup biten her şeyi bir süzgeçten geçirmeksizin olumlayan insan tipleri oluşturulmaktadır. İnsanlar mutlu olmaya zorlanmaktadır. Yönetmenliğini Sinan Çetin’in yaptığı “Mutlu Ol Bu Bir Emirdir” kısa filminde de benzer bir konu işlenmiş ve bu duruma çeşitli eleştiriler getirilmişti. Olumluluk toplumuna ve mutluluk baskısına İsmet Özel’in “Esenlik Bildirisi” şiirinde de rastlanmaktadır. “söz yavan, kardeşlik şarkıları gayetle tıkız” mısrasıyla sözün değerinin hiçleştirildiğine, insanları bir arada tutmak için söylenen kardeşlik şarkılarının dahi samimi olmaktan, hedefi bulmaktan uzak olduğuna işaret edilmektedir.
Acı, Acıma, Rahmet ve Merhamet
Byung Chul Han, kitabının “Hakikat Olarak Acı” bölümünde bir gerçeklikten söz eder. Yazarın sözünü ettiği bu durum acının yaradılışımızda yer aldığı durumudur. Çünkü acı duygusu insanın tabiatında bulunan en temel duygulardan birisidir. Acının besleyici tarafından da söz etmek gerek. Estetiği güçlendiren, ona kuvvet katan unsurlardan birisi de acı değil midir? Günümüzde yeni bir “Dünya Medeniyeti” inşa edilmeye çalışılmakta. Bu medeniyeti, acı duygusundan uzaklaşmış, bir anlatısı olmayan toplumlar oluşturmakta. Algofobi kavramını topluma yordayan Byung Chul Han, acı korkusunun hakim olduğu bireylerde acıma duygusunun da köreldiğini ifade etmiştir. Bu bağlamda acının kalbi ve insanı ehilleştirdiği, insanlar arasındaki bağı güçlendirdiği, insanların birbirine daha rahmani bir pencereden yaklaştığı sonucuna ulaşılabilir.
Her güzel şeyin zemini: Merhamet…
Serazat Edebiyat, Temmuz - Ağustos 2022, Sayı 1
0 Yorum:
Yorum Gönder
Bloguma ziyaretiniz için teşekkür ederim. Bu içeriği beğendiyseniz paylaşabilir, yorum yaparak katkıda bulunabilirsiniz. Yeniden görüşmek ümidiyle...