BU ŞEHRİN GECELERİ
Eyüp AKTUĞ
Paltosunu giyindi. Kapıya yöneldi. Zihninde tarif edemediği bir ağırlıkla, attığı her adımda bir yeri sancıyormuş gibi gıcırdayan merdivenlerden usul usul indi. Sokak kapısından kendisini dışarı bıraktı. Aylardan Şubattı ve dışarıda lapa lapa kar yağıyordu. Biraz sonra dik bir yokuşu inmesi gerekecekti. Yokuşu inerken adımlarını küçük küçük atıyor, kayıp düşmemek için oldukça temkinli davranıyordu. Ayağına geçirdiği bir kenarı yırtık eski kırmızı pabucu bu yürüyüşü iyice zorlaştırmıştı.
Akrep ile yelkovan on iki üzerinde buluşmak üzereydi. Vakit çoktan gece yarısı olmuştu. Ayın o sütbeyaz ışığını yeryüzüne taşıyan kar taneleri seyrine doyumsuz bir görüntü oluşturmuştu. Ne var ki, O, bu görüntünün farkına varamayacak kadar dalgındı. Başı önde, elleri cebinde, kayıp düşmemek ve yere kapaklanmamak için olanca gayretiyle yokuşu bitirmeye çalışıyor bazen düşecek gibi olup yeniden dengesini sağlamak için ellerini cebinden çıkarıyor, tıpkı sirklerde ip üzerinde yürüyen cambazların denge çubuğunu bir o yana bir bu yana tutuşu gibi sağa sola yalpalıyordu. Nihayet, düşmeden, bir tarafını incitmeden yokuşu bitirdi. Sadece yürüyordu.
Yokuşu inerken ki telaşı şimdi yoktu. Telaş ve heyecan kaybolunca ayakkabısının birazcık su aldığı ve ellerinin üşüdüğünü ancak anlayabildi. Burada, bu mahallede sokaklar tıpkı bir örümcek ağı gibi birbirine bağlanır ve hemen hemen bütün sokaklar Kanarya Meydanı ismini verdikleri bir meydana çıkar. Sokaklar bomboştu. Kendisinden ve rastladığı çöp konteynırlarında çöpleri karıştıran kedilerden başka bir ses kaynağı yoktu. Burada, Kanarya Mahallesi’nde bütün sokaklar birbirine benzerdi. Bu sokakları birbirine benzeten şey evlerinin birbirine benzer oluşuydu, tıpkı burada yaşayan insanların yaşamlarının birbirine benzer oluşu gibi. Uzaklardan bir yerden gelen otomobil ve klakson sesleri burası dışında da bir yerlerde birilerinin hayat sürdüğünü anlatır gibiydi.
Adım attıkça, karlar arasında bata çıka ilerledikçe, adımlarına ve bu yürüyüşe garip ritmik bir melodiyle eşlik eden kar sesleri hoşuna gitti. Bu sokağı da bitirip başka bir sokağa saparken bir ses işitti. Pencerelerin birinden sokağa yanık bir ses taşıyordu. Şu sarı badanalı mavi demir kapılı evden geliyordu bu ses. “Bazen gizli bir günah /Bazen dilde bir eyvah /Bazen olmayan sabah /Bu şehrin geceleri”. Yol boyunca yürürken elleri daima cebinde ve başı yerdeydi. Köşe başındaki sokak lambasının altında durdu. Lapa lapa yağan karın oluşturduğu manzaranın yeni farkına varmış olacak ki başını bir kaç saniye yukarıda tutup, sokak lambasından çıkan cılız sarı ışığın altında yeryüzüne inen kar tanelerini izledi. Bir taraftan da şarkıya eşlik ediyordu. “Bitmeyen bir şarkıdır /Bu şehrin geceleri /Hep seni hatırlatır /Bu şehrin geceleri”
Sağ eliyle paltosunun sol iç cebini yokladı. Aradığını bulamadı orada. Sağ iç cebini yokladı. Evet aradığını buldu. Islanmış, buruşmuş sigara paketinden bir tane sigara çıkardı. Diğer elindeki kibrit ile de sigarasını yakıp derin, çok derin bir nefes çekti. Dumanı ciğerlerinde bir kaç saniye gezdirdi. Gözlerini kapattı, havanın serinliğini ruhunda duydu. Sigaranın dumanıyla yaşamış olduğu bu birkaç saniyelik birliktelik başını döndürdü, gözlerini kararttı. Sabahtan beri bir şey yememişti. Sigarasını yakmasa acıktığını da anlamayacaktı. Sonra şarkı bitti. Sokak lambasının altından ayrılıp birbirine benzeyen evlerin ve hayatların arasından yürüşüne devam etti. Parmaklarının arasında yanmakla yanmamak arasında kararsız kalan sigarasından bir kaç nefes daha çekti ve bir kaç adım uzağındaki çöp konteynırına fırlattı.
Artık eve dönmeliydi. Evden daha fazla uzaklaşmamalıydı. Sokağı kaplayan karların arasında bata çıka ilerlerken ayakkabısı fena su almış, çorabını sırılsıklam ıslatmıştı. Acıktığını anlayınca, üşüdüğünü de anladı. Yağan kar yola bıraktığı ayak izlerini kaybetmişti. Bu kez çok daha hızlıydı. Evde bıraktığı annesini düşündü. Adımlarını sıklaştırdı. Neden sonra içinde garip bir korkuyla koşmaya başladı. Yukarıdaki tepeden bakılınca tıpkı bir labirente benzeyen bu dar sokakların arasından sağa sola kıvrıla kıvrıla evlerinin olduğu yokuşa kadar geldi. Yokuşu inerken gösterdiği gayreti şimdi yokuşu çıkarken de göstermeliydi. Biraz aceleyle, ayağını yan basarak yokuşu tırmanmaya devam etti. Şimdi kapının önündeydi. Sarı badanalı ve mavi demir kapılı evine ulaşmıştı.
Merdivenleri hızla tırmandı yine aynı gıcırdayış eşlik etti adımlarına. Annesinin odasına yöneldi. Kapıyı açtı, odanın girişinden, önce annesinin yattığı kanepeye, sonra yanan sobaya baktı. Paltosunu duvara asıp, saçlarındaki karları temizledi. Biraz gürültü yapmış olacak ki zaten uykusu hafif olan annesini uyandırdı. Karanlıkta parlayan bir çift göz fark eden Rukiye Hanım, odasının kapısında bekleyen karaltıya doğru seslendi.
- Didar! Kızım sen misin?
2021, Haziran
0 Yorum:
Yorum Gönder
Bloguma ziyaretiniz için teşekkür ederim. Bu içeriği beğendiyseniz paylaşabilir, yorum yaparak katkıda bulunabilirsiniz. Yeniden görüşmek ümidiyle...