Uyandığımız her yeni sabaha bir önceki günden farklı bir insan olarak başlıyoruz. Yaşadıklarımız, gördüklerimiz, duyduklarımız, doğrudan veya dolaylı olarak karşı karşıya geldiğimiz bir çok şey bizi dönüştürüyor. Akıp giden bir zamanın içinde bulunuyor ve bir şekilde çevremiz ile münasebet kuruyoruz. Kendimizi zamanın dışına alamadığımızdan ve çevremiz ile olan münasebetimiz yaşadığımız müddetçe devam edeceğinden bu dönüşümün önüne geçilemeyecektir.
Değişmek, dönüşmek, bir hâlden bir başka hâle geçmek meselesine gelince... Bu meseleyi yorumlarken "kemâle ulaşmak" deyimine müracaat edeceğim. Eskilerin bir sözü vardır. "Artık yaş kemâle erdi." derler. Bu cümleden olgunlaşmak, pişmek anlamını çıkarmak mümkündür. O halde soruyu soralım.
Madem ki uyandığımız her yeni sabaha bir önceki günden farklı bir insan olarak başlıyoruz. Yaşamış olduğumuz bu dönüşüm, bizi bir hâlden daha üstün bir hâle mi ulaştırıyor? Yani "ulaşılması arzu edilen kemâle" biraz daha mı yaklaştırıyor?
Zamanımızda her şey çok hızlı ve bu dönüşümler o kadar hızlı yaşanıyor ki, hemen her şey çok çabuk üretilip çok çabuk tüketilmekte. Ertesi güne çok hızlı bir şekilde değişip, dönüşerek başlıyoruz fakat bu değişim ve dönüşüm bizleri kemâle ulaştırmıyor. Pişmiyoruz ve olgunluk kazanamıyoruz. Biraz önce ifade ettiğim üzere her şey çok hızlı hareket ediyor ve çok hızlı yaşanıyor. İnsanın çevresiyle kurduğu bağ ve münasebeti bu hızdan olumsuz etkileniyor. Her şeyin bu kadar hızlı üretilip, bu kadar hızlı bir şekilde tüketilebilmesi insanın değer yargılarını da değiştiriyor. İnançları, ahlak anlayışı, estetik anlayışı, gün içerisinde sarf ettiği cümleler bu dönüşümün bir parçası oluyor. Bu durum zaman içerisinde bir döngü halini alıyor ve insan ismini verdiğimiz varlık bu döngünün içinde bir anlam arayışına giriyor.
Netice olarak sabır kelimesi, emek kelimesi, kıymet kelimesi anlamını yitiriyor. Hemen her şey bu kadar hızlı üretiliyor ve tüketiliyorken insanlar bir şeyin gerçekleşmesi için sabırlı hareket etmiyorlar. Hemen olsun ve bitsin gayesindeler. Daha az emek ve zaman harcayıp hedefe ulaşmak istiyorlar. Netice olarak elde edilen her ne ise o şey, insanların gözünde kıymetsiz hale geliyor. Hadi bunu basit misal vererek örneklendirelim.
Yaklaşık sekiz yıl önce Sivas'ta "mavi çay ocağı" isminde bir çay ocağı vardı. Ara sıra uğrar, işletmecisi Bilal Bey ile sohbet ederdim. Hoş sohbet birisiydi, konuşmasını ve anlattıklarını değerli bulurdum. Kitapları sever ve gençlere okumayı öğütlerdi. Ülkemizin 70'li yılları Bilal Bey'in gençlik dönemi imiş. Kitaplara olan alakası Bilal Bey'i bir kitaba ulaşabilmek için Ankara'ya kadar sürüklemiş. Sivas'tan trene binip soluğu Ankara'da alan Bilal Bey arzu ettiği kitabı Ankara'da temin ettikten sonra Ankara tren garında bankların üzerinde geceyi geçirmiş ve Sivas'a dönebilmek için ertesi sabah yola çıkacak olan trenin hareket saatini beklemiş. Bilal Bey'in anlattığına göre toplamda 20 saate yaklaşan bir yolculuk sonrası temin ettiği kitabı kitaplığının en değerli köşesinde saklar ve hala arada da olsa sayfalarını karıştırırmış. Kitabın adı Suç ve Ceza, yazarı ise Rus roman yazarı Dostoyevski. Kitap elbette kendi türünde çok değerli bir yapıt. Fakat Bilal Bey'in gözünde bu kitabın kıymetini belirleyen durum başka. 20 saate yakın bir tren yolculuğunun neticesinde Ankara'ya kadar gidip kitaba ulaşmak, yani bu kitabı elde edebilmek için büyük bir zaman ve emek harcamak kitabı değerli kılıyor. Oysa bugün kitaba o kadar hızlı ve kolay ulaşılabiliyor ki... Yerinizden doğrulmadan akıllı telefonlar vasıtasıyla sipariş verebiliyor ve kitabı kapınızda teslim alabiliyorsunuz. Bunca rahatlık ve konforun elbette bir bedeli olmalıydı. Sahip olduğumuz konforlu yaşamlara karşılık feda ettiğimiz başlıca değerlerimiz: sabır, emek ve kıymet...
Diyeceğim şu ki, elbette konfor sahibi olmak, rahat yaşamak kötü bir şey değil. Fakat bütün bunların bizden neyi aldığını iyi görmek ve yorumlamak gerekiyor. Bu kadar hızlı yaşamamalıyız. Biraz yavaşlamak hepimize iyi gelecektir. Arzu ettiğimiz, ulaşmak istediğimiz her ne ise onun için zamanımızı ve emeğimizi ortaya koymalıyız. Hedefimizin kıymetini bu belirleyecektir. Bilal Bey, kitaplığında 40 yıldır sakladığı bir kitabı neden bu kadar değerli görüyor. Oysa aynı kitabı günümüz şartlarında bir saat içinde temin edebilir. O kitabın sararmış sayfaları, yıpranmış kapağı neden bu kadar kıymetli?
Bu meseleyi Bilal Bey ve Bilal Bey'in kitabı örneğinden yola çıkıp biraz daha derinleştirebiliriz. Kadın ve erkek ilişkilerine, oradan da evliliğe kadar götürebiliriz. Eşleri de birbirine karşı değerli kılan aslında bu durumdur. Zaman, emek, sabır olmadan eşler arasında da bir kıymet oluşmaz. Oluşmayacaktır da... Dediğim gibi biraz yavaşlamak gerekiyor.
Son on yılda insan yaşamına ve insan ilişkilerine etki eden bir başka mesele ise sosyal medyadır. Sosyal medya meselesini bir çok konu başlığı altında inceleyebilir, insan yaşamına ve ilişkilerine etkileri noktasında çeşitli analizlerde bulunabiliriz. Bunu da bir başka yazıya konu olarak saklamak istiyorum.
0 Yorum:
Yorum Gönder
Bloguma ziyaretiniz için teşekkür ederim. Bu içeriği beğendiyseniz paylaşabilir, yorum yaparak katkıda bulunabilirsiniz. Yeniden görüşmek ümidiyle...