erkek adımlarla baharı yerinden kımıldatmak,
dökündüğüm yağmuru sana da getirmek için
elleyip ayartmak için dile gelmeyeni
o şarkıda, burada, şu taşa oturup
hazır kıta bekledim namlunun ıslanan ucunda.
hep bir satır eksik konuştum
kelimeler inmedi dağlardan, adın tel örgü
bu hudut günaydınlarla, merhabalarla çizildi
şimdi ellerim masada, sakındığım kapıda nöbetteyim.
yaşamak ölümle müteşekkil bir pıhtıydı tende
oysa kim dokunsa aynı yerden akacaktı kan
cümlenin ortasına varmadan kuruyacaktı dudak
sürdüğüm iz bir sokulsaydı aramıza
yüzüm takılı kalmazdı sırtındaki boşluğa.
radyo bozulmuşken, su bulanmışken, sen bana sekülerken
söktüğüm diş sızlıyorken hâlâ
haziran sabahları neyi vaat eder ki
vakit girdi mi, alnımdaki abdest taze mi?
çırpındım, dineldim, yüzüm yolda kaldı, eşiklerde kaldı
gördüm ki gün akşamlı her yerde, pencere kimin olsa yola bakıyor
ip incelmeden kopmadan umulmadık anda, perdeler sararmadan
çoğalan bakışlarımla, eriyen gözlerimle
sonsuz yasak bir meyve gibi
gündüz gözüyle seni sormak kavruk bir duada
sorup sorup aynı yere varmak, aynı ağacın altına.
sıyır soframa sürdüğün ağuyu, kabaran boşluğu seyrelt
şu taşa otur da ev ol, yaslandıkça göğsüme anne ol
bırak pencere kırık, perde isli kalsın.
Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi, Nisan - Mayıs - Haziran 2016, Sayı 38
0 Yorum:
Yorum Gönder
Bloguma ziyaretiniz için teşekkür ederim. Bu içeriği beğendiyseniz paylaşabilir, yorum yaparak katkıda bulunabilirsiniz. Yeniden görüşmek ümidiyle...