Tıpkı bir çok Alman eleştirmenin yaptığı gibi ben de "ağır bir trajedi ve tarife sığmaz bir dram" ön cümlesiyle yorum ve değerlendirmelerime başlamak istiyorum bu romandan söz ederken... Erich Maria Remarque'nin Tanrının Gözdesi Yok isimli romanından söz ediyorum sizlere. Karamsar ve bir yönüyle de sofistike bir yapıt. Ölümü anlatıyor. Romanın seyrinde aşk üzerine kurulmuş bir atmosfer görsem de yaşam ve ölüm arasındaki çekim kuvvetinden söz ediyor. Roman türüne klasik eserlerden bakan bir okuyucu olarak, kitabın konusu ve yazarın bu konuya sinist idealizm ile yaklaşması bende esere karşı alaka uyandırdı.
Romanın yazarını şöhret ile bir araya getiren roman ise Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok isimli eseri. Yanlış hatırlamıyorsam 1930'lu yıllarda filme de alınmıştı. Dünya henüz bir savaştan çıkmış ve yeni bir savaşın hazırlıklarını yaparken "savaş karşıtı" bir eser yazmak, bu eseri filme almak ve üstelik bütün bunları Adolf Hitler'in güçlenmeye başladığı bir dönemde başarmak gerçek takdir edilesi ve saygı duyulasıdır. Filmin bir sahnesi var ki içinde yeryüzünün bütün acılarını barındırıyor.
- Asker! Arkadaşın neden öldü?
- Kelebeğe uzanırken öldü efendim.
Sözünü etmek istediğim bir başka konu ise atlar... Atlara karşı derin bir sevgi besliyorum. Dostlarım da benim gibi atları çok sever. Yakın bir dostumun marifetiyle, atlara karşı olan alakam, nihayet binicilik mertebesine kadar ulaştı. Başlarda emniyetli bir alanın içerisinde sadece yürür halde başlayan biniciliğim, şimdi dört nala koşturacak hale geldi. Tarife sığmayan bir his veriyor bu bana. Yerçekimi azalıyor ve kollarıma bir kanat takmış gibi bir duygu sarıyor kalbimi. Şu durumda Cüneyt Arkın'ın filmlerini daha çok seviyorum.
Cüneyt Arkın demişken sinemadan da konuşmak istiyordum. İzlemek istediğim iki film var. Onlardan söz edeceğim. 19 Haziran'da haberdar olduğum bir film, listeme aldım fakat sakin ve arınmış bir kafa ile izlemek için bu günlere kadar beklettim. Merak ettiniz sanırım filmin adını. Söyleyeyim hemence, Politiki Kouzina. Türkçe karşılığı Bir Tutam Baharat demekmiş. Eklemeden edemeyeceğim, içinden İstanbul geçen filmlerden birisi. Filme dair görüş ve değerlendirmelerimi bu kanaldan sizlere ulaştıracağım.
Yıldız Kenter'in oyun gücüne hayranım. Yaşıyormuşçasına sahne ediyor. Sinema adına daha fazla beyaz perdede bulunmasını arzu ederdim. Yıldız Kenter'i Ağaçlar Ayakta Ölür filmi ile sinemada tanımıştım. Filmlerinden habersizdim. Geçenlerde ise çokça methini duyduğum bir filmin afişinde ismini okudum. İzleme arzusunda olduğum ikinci filmin adı, Pembe Kadın.
Karanfil Fanzin'in 14. sayısı adına eserler gelmeye devam ediyor. Şimdilik hiçbirine müsbet yahut menfi bir cevap ile karşılık vermiş değiliz. Yoğun bir süreç yaşayışımın payı büyük bunda. Şiir editörümüz ile değerlendirmelerini yapıp, hazırlıklarımızı sürdüreceğiz. Yazıma netice vermeden önce söylemeden edemeyeceğim bir şey var. Erich Maria Remarque, sizce de Muzaffer Tema'ya benzemiyor mu? Ben hayli benzettim portre olarak. Bu kadar.
0 Yorum:
Yorum Gönder
Bloguma ziyaretiniz için teşekkür ederim. Bu içeriği beğendiyseniz paylaşabilir, yorum yaparak katkıda bulunabilirsiniz. Yeniden görüşmek ümidiyle...